YazarlarLizbon'da Onur ve Talihsizlik...

Lizbon'da Onur ve Talihsizlik...

01.12.1996 - 00:00 | Son Güncellenme:

Yalçın Doğan

Lizbonda Onur ve Talihsizlik...

KİŞİSEL açıdan "onur" , ama ülke açısından "talihsiz" bir ana rastlıyor Cumhurbaşkanı Demirel'in bugünkü Lizbon gezisi...
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı'na (AGİT) üye 54 ülkenin devlet ya da hükümet başkanları yarın Lizbon Zirvesinde bir araya geliyor. 1975'te 35 ülke "Helsinki Nihai Senedini" imzalıyor. AGİT, o tarihte AGİK, siyasal bir süreç olarak varlık kazanıyor. Soğuk savaş yıllarında Doğu ile Batı arasında "diyalog" işlevi üstleniyor. "İnsan hakları" Helsinki Nihai Senedi ile evrensel öneme ulaşıyor.
AGİT'in hukuki bir yaptırımı yoksa da, "ülkeler üzerinde yoğun baskı yarattığı" tartışılmaz. Üç bürosu var. "Ulusal Azınlıklar, Demokratik Kurumlar ve İnsan Hakları ile Çatışmaları Önleme Büroları" üye ülkelerde kendi alanlarına giren konuları izliyor.
1994'te AGİT'in teşkilat haline dönüşmesinden sonra "ilk zirve toplantısı" yarın Lizbon'da. Türkiye'yi zirvede Demirel temsil ediyor. İşte "kişisel açıdan onur" burada ortaya çıkıyor:
"1975'te Helsinki Nihai Senedini Türkiye adına Demirel imzalıyor. İnsan haklarının korunmasına dönük güvence veren Helsinki Senedi'ne imza atan liderlerden bugün sadece Demirel Lizbon'da."
Böylesine bir siyasal maraton bir lider için gerçekten onur. Demirel "bizden biri" olduğu için pek farkında olmayabiliriz, ama dünya siyasal yaşamında ender rastlanan bir direnç. Üstelik, hangi askeri darbelerden, siyasal yasaklardan, hatta seçim yenilgilerinden, ama seçim kazançlarından sonra yine de ayakta!..
Lizbon Demirel için "onur" , ama Türkiye açısından "talihsizlik!.." Çünkü, "işkenceler ve geniş anlamda insan hakları ihlallerinin yaygın olduğu" bir döneme denk düşüyor.
Lizbon'a hazırlık olmak üzere iki hafta önce Viyana'da AGİT'in İnsan Hakları Bürosunda yoğun tartışmalar yaşanıyor. Uluslararası Af Örgütü buraya sunduğu Ekim 1996 tarihli raporunda Türkiye'yi yerden yere vuruyor.
Rapora göre, dönemin Başbakanı Çiller "bir köyün yakıldığını gözümle görsem, inanmam" diyor. Dönemin İçişleri Bakanı Nahit Menteşe "bizde işkence yoktur, işkenceyi yapan polis ve jandarma kıyafetine girmiş teröristlerdir" diyor. Rapor "işkencenin devletin yaygın ve sistematik bir aracına dönüştüğünü" belirtiyor, sayfalarca örnekler veriyor.
Viyana'da bu iddialara karşı tezler geliştirilirken, Meclis'e önceki gün ulaşan bilgiler, Türkiye'yi Lizbon'da güç duruma itiyor. "Diyarbakır'da on tutuklunun işkenceyle öldürüldüğü" belgeleniyor!.. Talihsizliğe bakın ki, Lizbon gündeminde insan hakları ihlalleri de var!..
Şu anda sinemalarda bir film var. "Sleepers" basit bir suç işleyen çocukların islah evlerine gönderildiğinde, "islah yerine, oradan nasıl katiller, hırsızlar yetiştiğini, çocukların ırzına geçilerek" nasıl gerçek suçlu yaratıldığını çarpıcı bir üslupla anlatıyor.
Amerika bu insanlık dışı olayların üstüne hiç komplekse kapılmadan romanla, filmle acımasızca gidiyor. Ya biz?.. "Yalanlar atarak, iddiaları geri çevirerek" başımızı kuma gömüyoruz. Topluma çok acı tohumlar ekiyoruz. Lizbon'da başımızı kumdan çıkarmak umuduyla...