En küçüğünden en büyüğüne bu çağın çocukları ekrana doğdular; ekranlarla, uygulamalarla, sosyal medya ile büyüyorlar. Ve doğal olarak ellerinden akıllı telefonlar, tabletler düşmüyor. Televizyon resmen masum kaldı. Televizyonda çizgi film seyretseler daha çok memnun olacağız.
Biz evde elimizden geldiğince elbette teknolojiyi çok da göz ardı etmeden bir takım kurallarla ilerlemeye devam ediyoruz. Koray henüz 6 yaşında olduğu için bunları kolay kolay esnetemiyor veya biz kuralları tam anlamıyla uygulayabiliyoruz diyeyim ama çevremde gördüğüm kadarıyla 15-16 yaşından itibaren çocukların, gençlerin ellerinden akıllı telefonlar düşmüyor. Yapışık yaşıyorlar ve bu durum yetişkinleri müthiş rahatsız ediyor. Ancak tam da bu noktada kendimi de içine alarak bir soru sormak zorundayım:
Bebeğiniz yerdeki oyun halısında yuvarlanırken instagram'da kim ne paylaşmış, kim neyi beğenmiş kontrol etmediniz mi? Veya oğlunuzu/kızınızı parkta salıncakta sallarken bir elinizde telefon whatsapp mesajlarınızı okumadınız mı? Hele twitter. Toplumsal olaylar yaşadığımız günlerde resmen herkes, herkes telefon elinde twitter'da yaşıyordu. Ben dahil. Çünkü haklı bir sebebimiz vardı -her ne kadar bilgi
Birkaç gün önce Huffington Post'ta şu yazıya denk geldim. ABD'de bir alışveriş merkezindeki kadınlar tuvaletinin kapısına asılmış, 6 yaşından büyük erkek çocukların kadınlar tuvaletini kullanmamasını rica eden bir uyarıdan bahsediliyor. Aslında AVM yönetimiyle ilgisi olmayan ve kimin tarafından konduğu belli olmayan bir şey ama işte üzerinde günlerdir konuşuluyor. Facebook'ta bununla ilgili binlerce yorum var. Okuduklarımın herhangi birinde bu uyarıyı destekleyeni de görmedim ama aklıma hep takılan bir durumu ortaya çıkarması açısından önemliydi.
Bir erkek çocuk annesi olarak 6 yaşındaki oğlumun kalabalık yerlerde tek başına tuvalete gitmesine izin vermiyorum. Kişisel temizliğini düzgün yapamaması, ellerini nereye sürdüğü, iyice yıkadı mı, doğru giyindi mi gibi dertlerim yok. Ben tamamen güvenlik açısından yaklaşıyorum olaya. Çocuk taciziyle ilgili her gün onlarca haber okuyoruz ve ben gün geçtikçe paranoyak bir hale geldim. Hep en kötüsünü düşünüyorum o yüzden de çocuklarımla kalabalık yerlerdeyken eskisi gibi rahat hissetmiyorum kendimi.
Koray'ı bırakın tek başına tuvalete yollamayı, erkekler tuvaletinin kapısının önünde beklemek bile yapabileceğim bir şey değil henüz.
'Minecraft' diye bir kelime duyunca siz de irkiliyor musunuz? Ya da duyuyorsunuz da ne olduğunu tam bilmiyor musunuz? Peki nedir bu Minecraft?
Markus "Notch" Persson tarafından 2009'da bir haftada yazılmış, resmi olarak 2011 yılında yayınlanmış ve kısa sürede de tüm dünyaya yayılmış bir bilgisayar oyunu. En basit anlatımıyla bloklarla kendinize bir dünya yaratıyorsunuz. İlk baktığınızda çok rahatsız edici geliyor görüntü çünkü son derece basit grafiklerden oluşuyor. Bir oyunun nasıl oluyor da tüm dünyada milyonlarca hayranı olduğu, bağımlılık yarattığını merak ediyorsunuz sonra da. (Yazıya iyileştirilmiş görseller koyuyorum. ipad'deki görüntü bu değil)
Bugün sadece 18 milyon kişi PC/Mac'de oynuyor. Bu rakama xbox, playstation, ios ve android platformlu cihazlarda oynayanları da ekleyince 40 milyondan fazla kişinin Minecraft oynadığını söylüyor istatistikler. İnanılmaz bir rakam. Bana göre 40 milyon bağımlı var demek bu. Bir kere bulaşan bir daha bırakamıyor. Bizim evde bir bağımlı var oradan biliyorum.
Açıkçası doğru dürüst elime almadan sadece uzaktan gözlemleyip oynayanları seyrederek ¨rezalet bir oyun¨ diyerek haksızlık yapmak istemiyorum. Sonuçta dünyanın en çok satan
Çocuklar büyüdükçe daha fazla düşünme fırsatım oluyor anneliğimi ve çocuklu hayatımı ve fark ettim ki anne olmadan önce ne çok şeyin farkında değilmişim.
1. Deliksiz uyku uyuyamamanın ne demek olduğunu bilmiyordum. Anlatılmaz yaşanır. Çok yazdım bloga ama yine yazıyorum: 7-8 saat mışıl mışıl kesintisiz uyumaya alışkın birinin iki saat bile uyuyamadığı zamanları anlaması mümkün değilmiş. Çünkü bu süreç uykusuzluk değil başka bir şey.
2. Sabah 6.30’un normal kalkış saati olabileceğini bilmiyordum.
3. Ne kadar emdi, ne kadar kaka yaptı? Yeni hayatımın ilk aylarının bu iki soru etrafında döneceğini bilmiyordum. Dünya yansa umrumda değildi yeter ki o 100 cc içsin, gazı olmasın, kusmasın, kaka yapsın.
4. Reklamlardaki ¨Bebekler gibi uyu¨ diye bir ifade var ya, hah işte onun alenen yalan olduğunu bilmiyordum. Bebek uykusu sessiz, kesintisiz ve mışıl mışıl olmanın yanından bile geçmiyor çoğu zaman.
5. Annenin hasta olma, ¨yoruldum bugün ayaklarımı uzatacağım¨ deme hakkı olmadığını bilmiyordum. Fazla mesai forever.
6. Pazartesi sendromunu özleyeceğimi bilmiyordum. Hele ki çocuk biraz büyüyüp anaokuluna gitmeye başladığında Pazartesi en sevdiğim gün oldu desem yeri. Asıl
Takip ettiğim web sitelerini hızlıca okurken bir başlık dikkatimi çekti:
Çocuklarınıza asla söylememeniz gereken 10 şey. Oldukça iddialı acaba ne anlatıyorlar diye başladım okumaya. Bir baktım, anne baba olarak neler söylüyoruz, listedeki kaç tanesi ağzımıza yapışmış? diye sayıyorum.
1. "Aferin!"
Araştırmalara göre çocuğumuz bir şey başardığında bizim her seferinde söylediğimiz ¨İyi iş çıkardın¨, ¨Aferin benim kızıma¨, ¨Aslansın¨ gibi ifadeler bir süre sonra çocuğa motivasyon olmaktan çok onaylanma ihtiyacına sebep oluyormuş. Aklıma Aletha Solter'ın kitabında okuduklarım geldi. Çocuğa ¨Bravo, harika¨ demek yerine başardığı şeyin ne olduğunu anlatmak gerektiğini yazmıştı. Çocuğun zekasına, yeteneğine övgü değil geçtiği yolları, kullandığı yöntemin fark ettirmek gib. Örneğin, ¨Anne bak ne yaptım?¨ diye karşımıza geldiğinde ağzımızdan otomatik olarak ¨Aferin¨ çıkıyor değil mi? En azından benim öyle. Peki ne yapacağız? Ne kadar çok renk kullanmışsın, diye cevap vermek güzel bir örnek. Yine de içimize işlemiş, bir aferin almak hoşumuza gidiyor. Övgü bağımlılık yaratır dedikleri bu sanırım. Oysa çocuğumuzun bağımsız, kendine güvenen bir
Ben çocukluğumda çok gittim. O zamanlar böyle bir bilinç yokmuş. Hayvanların doğal ortamlarından koparılıp kafesler arkasında yaşamasının ne kadar korkunç olabileceğinin farkında değilmişiz. Aslanı, kaplanı, fili, maymunu çocuk başka nerede görecek yoksa?!? Hem bir sürü eğlence de var bu parklarda. Hayvanlar eğitmenleriyle gösteriler yapıyor. Uzaktan bakınca ¨ne çok seviliyorlardır kim bilir¨ diye düşünüyorsunuz. Oysa acı gerçekle karşılaşmak için internette biraz araştırma yapmak yetiyor.
Ben Koray'ı götürdüm. Bu hatayı bir kere yaptım. Daha doğrusu çocukluğumdan sonra ilk kez 2 sene önce bir yurt dışı gezisinde dünyanın en iyi, en büyük hayvanat bahçelerinden biri olarak adlandırılan parklarından birine çok yakındık ve 'gidelim' dedik. Hem Koray da çok seviyor hayvanları. Gittik. Oldukça büyük alanlar bırakılmış hayvanlara, nispeten keyifleri yerinde gibi gözüküyor ama işte doğal değil. Kendi yaşam alanlarında değiller. Keşfetmek isteseler karşılarına parmaklıklar, dev cam paneller çıkıyor. Kendimi çok kötü hissettim. Bütün parmaklıkları açmak istedim. O 1 metre kuyruğu olan tropikal kuşlara mı üzülsem, iki ağaç arasında kalan maymunlara mı bilemedim. Güya kutup
Aklıma takılıyor. Görüyorum, duyuyorum en sonunda yazacağım dedim. Henüz çocuk sahibi olmadan diğer anne babaları eleştirenlere bir iki lafım olacak.
Sanırım dışarıdan bakınca ufacık bir bebeğe yetemiyor gibi gözüküyoruz. Hani şikayet ediyoruz ya uykusuzluktan, yorgunluktan, hani okula gitmediklerinde karalar bağlıyoruz ya beceriksiz oluyoruz sonra da... Kolay tabi uzaktan ahkam kesmek, eleştirmek. Oysa bilemez ki insan bebeği kucağına almadan, çocuğun uykusu beslenmesi hastalığı ile uğraşmadan, 2 yaş hezeyanları ile karşı karşıya kalmadan çocuk sahibi olmanın ne demek olduğunu. İdealleri vardır herkesin elbette. Başkalarının yaptığı hataları tekrarlamayacağına dair söz verirsin kendine. Hamileyken özellikle bir sürü kitap okur, satır satır ezberler, tek doğru orada yazan zannedersin. Hatta çok yakın arkadaşının bebeğiyle vakit geçirince ya da aileden bir başka ufaklığın büyümesine şahit olunca konuya hakim zannedersin kendini. Hata! Büyük hata! Biz geçtik oralardan da o yüzden biliyoruz.?
Çünkü yetmez hiç biri. Yaşamayınca, uykusuz kalmayınca annelerin neden şikayet ettiğini anlayamaz kimse. Biliyorum bir sürü insan özellikle sosyal medya sayesinde anne olan arkadaşlarının zaman
İnsan tecrübe kazandıkça geriye dönüp bakıyor ve hatalarından ders çıkarıyor. Annelik, zaten tükürdüğünü yalama sanatı, o ayrı bir yazı konusu olur. Henüz hamile değilken konuştuklarımız, ideallerimiz, yapmayı planladıklarımız itinayla çöpe gidiyor çoğunlukla. Çocuklu hayat daha önceki hiçbir yaşantıya benzemiyor. Keyfi, sevgisi ayrı; yorgunluğu, zorlukları ayrı. Şimdi ikinci bebeğini bekleyen bir anne olarak şimdiki aklım olsaydı ilk bebeğimde neler yapardım diye düşünmeye başladım. Öncelikle hayatı daha basitleştirirdim, daha kolaylaştırırdım kendime. Sonra da…
Hamileyken daha çok fotoğraf çektiririm. Nedense bir gıcıklık(!) vardı üstümde ve hamile halimle fotoğraf karelerine girmek istemiyordum. Nedenini sormayın bilmiyorum. Kendimi iyi hissetmiyordum. Hayır, her şey yolundaydı ama benim aklım nerelerdeydi kim bilir.
Emzirme eğitimine giderdim. Ne eğitimi canım demeyelim. Anneliğin eğitimi de olur, emzirmenin de. Çoğumuz doğumdan sonra doğal olarak ve yakın çevremizin yardımlarıyla emzirmeye başlamışızdır. Şanslı olanlarımız konuya hemen adapte olup bu işi başarıyla sürdürmüşlerdir ama sanırım çoğu acemi anne emzirme ile ilgili sorunlar yaşıyordur. Ben acıdan ve ağrıdan