İlber Ortaylı

İlber Ortaylı

Tüm Yazıları

Bir şeye yok demek zordur, var olan verilerin tespiti yok olduğu iddia edilen elemanda olmasa dahi, günün birinde ortaya çıkmayacağını kim söyleyebilir. Öyle anlaşılıyor ki, Bardakçı dostumun “teşkilat-ı mahsusa” için verdiği bir hükmü erkenden destekledim. Teşkilat-ı mahsusa resmen adıyla kurulmuş bir örgüt değil, ama üyeleri var. Var olduğunu Güngör Uras’ın “Saf ve Bakir Anadolu Çocuğu”nda babası Teğmen İsmail Hakkı ve Trablusgarb’da gönüllü savaşan arkadaşlarından söz eden hatıratı, Kabataş Lisesi’nde okuyanların hocaları Galib Vardar (Galib Baba) gibi isimlerin verdiği bilgiler doğruluyor. Tabii ki bunların hepsini toplayıp öğrenmek mümkün değil, birinin uğraşması lazım.
Yalçın Küçük haklı, birçok toplumun yenilgi karşısında boyun eğdikleri zamanda bu gibi kuruluşların belki de yurttaş kümelerinin ortaya çıkışı direnişe geçişleri durumu değiştirir. Onurlu bir davranış olmanın ötesinde bir toplumda örgütlenme alışkanlığı, direnme
geleneği gibi kalıntıların güçlüğünü ve varlığını kanıtlar. Her topluma nasib olan bir meziyet değildir. Yazımda bundan bahsetmiştim. Ta Sultan II. Abdülhamid devrinden beri imparatorlukta ve imparatorluğun dışındaki İslam dünyasında kolonyalist devletleri korkutan bir faaliyet vardı. El atıldığında cıva yuvarlakları gibi ortadan yok oluyorlardı, ama işe devam ediyorlardı. Bir geleneğin devamıdır. Belki adı konmuş bir teşkilat değildir. Ama “Pan-İslamist faaliyet” başkentteki Rusya sefiri Zinovyev’in raporlarında bile geçiyor. İçlerinde Çerkezlerin ağırlıklı olduğu görülüyor. Ama Osmanlı İmparatorluğu’nun Türk anavatanının selameti için hayatını öne süren adamlar elbette zengin bir siyasi geleneğin parçasıdır.

Haberin Devamı

Ayasofya ve Topkapı Sarayı’nın alt yapısı
İkisini de yılda 4 milyona yakın turist ziyaret ediyor. Tamamen aynı kitle değil, bazen birine gelen öbürüne vakit dahi ayırmıyor. Sayı yıldan yıla artıyor, en büyük şikâyet de buralardaki tuvaletlerin yetersizliği. Ayasofya’ya 1500 yıldır insanlar defi hacet için gelmiyor, bunlar yeni adetler. Topkapı Sarayı’nın her tarafını tuvaletle donatsak gene yetmeyecek. Hiç kimse hesap yapmıyor. Adam başı yılda yarım litre idrar bıraksalar, bu nereye gider diye Ayasofya’nın ve Topkapı Sarayı’nın altındaki dehlizlerin ve su yollarının haritası halen çıkarılmadı; bu işe girişmek de hiçbir kurumun umurunda değil.
Tek istisna İTÜ’den Doç. Dr. Çiğdem Özkan Aygün ve arkadaşlarıdır. 2005’te Ayasofya’da işe başladılar, doğrusu iş yavaş ilerliyordu; Ayasofya yönetiminin bileceği iş. Yeraltı su yollarının ve rutubeti toplayıp sevk edecek kanalların bizim müzenin altında da uzantıları olacağı doğaldı. “Bizim buradan başlayın ve halkın da ilgisini çekecek şekilde günü gününe rapor verin” dedim. Neticeler ilginç; ekipten bir dalgıç kızımız Ayasofya tarafından su kanalına giriyor, bizim orda Harem’deki bir helâ kuburundan çıkıyor. Sorun ciddi, bir an evvel bilimsel yöntemlerle 1500 yıllık Ayasofya’nın ve Bizans kalıntılarını da içeren 550 yıllık Topkapı Sarayı’nın alt yapı haritalarının çıkarılması, tedbirlerin alınması gerekir. Öyle herkesin her istediği yere tuvalet yapması gibi hafifliklerden de vazgeçmek lazım. Tuvalet mıntıkaları Sarayın ve Ayasofya’nın dışında düşünülmelidir. Zira Çiğdem hanımın ve ekibinin araştırma sonuçlarına göre, yer altı kanallarının bazılarının tıkandığı anlaşılıyor.
Gelelim işin diğer yönüne Ayasofya ve Topkapı Sarayı’nın alt dünyasının mimar ve mühendislerinin şahane adamlar oldukları anlaşılıyor. Kullanılan malzeme ve bilhassa Ayasofya lağımlarında şpolye (devşirme) dediğimiz antik Yunan-Roma parçalarının da bir dökümü yapılmış. Bunların hepsi 2010 yılında İtalya’da çıkan “Bizantinistica” dergisinde araştırma raporlarında yer alıyor. Mazide bir takım seyyahların Ayasofya’nın altında (Clavijo ve Moreno gibileri) “megale ekklesia” yani büyük Kilise dedikleri çok geniş bir sarnıcın varlığı doğru değil. Ama muhteşem bir kanal ağı var. Onun daha da muhteşeminin Süleymaniye’nin alt katmanında Sinan tarafından gerçekleştirdiği anlaşılmaktadır. Ve bizler bütün bu koruyucu harika yapıları göz önüne almadan canımızın istediğini yapıyoruz. Rönesans’ta birisi, “Bir kitabın kaderi, okuyucusunun havsalasına bağlıdır” demiş. Abidelerin kaderi de onların mirasçısı olanların irfan ve izan ve vicdanına kalmıştır. İstanbul Teknik Üniversitesi ekibini kutlamak ve çalışmalarına destek olmak ve ona göre davranmak gerekir.

Haberin Devamı

Fazıl Say...
Zamanımızın büyük piyanisti ve orkestra şefi Daniel Barenboim; İsrail’de galiba Kudüs Senfoni Orkestrası’nı yönettiği bir konserde; “Wagner çalacağız, büyük sanatçıdır, beğenmeyen çıkabilir” demişti. Kolunda Auschwitz rakamları dövmelenen bir takım yurttaşları salonu terk ettiler. Wagner hakkındaki sanatçılık değerlendirmesi doğruydu; ama İsrail’in muhafazakar başkentinde böyle bir açıklamayı doğrusu zamansız bulanlardandım. Toplumlar bazı şeyleri kabul edemezler, etmek zorunda da değiller; ama sanatçılar da yüzde yüz onları izlemek zorunda değil. Zaten hiç kimse Barenboim’i mahkemeye vermeye, yuhalamaya, linç etmeye kalkmadı. Bu asrın müzik adamı benzer çıkışları yaptıkça gene kimsenin aklına böyle şeyler gelmedi.
Türkiye’de Twitter ve internette neler yazılıyor, hatta bazı bilinen gazetelerin ve grupların desteği ile çete misillü adamlar hoşlanmadıkları kimselerin şahsi onurunu hedefliyorlar. Adli makamların umurunda değil, şayet tuttuğunu koparan ve becerikli avukatları yoksa mağdurların dava açmaları bile imkânsız. Fazıl Say konusundaki hassasiyeti gösteren yok. Fazıl Say’ın yazdıkları doğrusu beni çok ilgilendirmiyor; ben Fazıl Say diye bir ilahiyatçı veya filozof tanımıyorum. Ama böyle büyük bir sanatçıyı, her zaman saygı ile karşılıyorum ve onunla aynı pasaportu taşımakla müftehirim. Bir tarihte Tel Aviv’de Zubin Mehta’nın yönettiği orkestra ile Mozart konçertolarından birine çıktıydı, kariyerinin başında olduğu yıllardı. Salonu dolduranların çoğunluğu profesyonel müzisyen Rusya Yahudileriydi, acaba bu ne yapacak derken, ünlü bir yazar dostum
“O başarır” dedi. Salon yıkıldı, yıkılmayacak gibi değildi. Salzburg’da dinledim; aynı şey... Birkaç yıl sonra Zürih’te daha büyük
nümayişle dinledik. Bestelerini çalan onun hayranı şef ve virtüözler var. Herkesi yerine koymayı öğrenelim. Herkesi mürşit olarak görmek zorunda değiliz. Sevelim ve dinleyelim. Saygı gösterelim, eğer
o müziği sevmiyor ve dinlemiyorsak Twitter’ları dolaşıp durmayalım başka şeyler okuyalım.
Hiçbir zümre veya toplumun
bu tip seçkin sanatçıları harcama lüksü yoktur.