Server Tanilli onu sakat bırakan kurşundan sonra hayatının en zor dönemini geçirdi. Büyük kısmı yurtdışında geçen bu zor dönem, aynı zamanda en verimli çağıydı
1970’lerde ismini duyardım fakat doğrusu hiç yüz yüze görüşemediydik. Ayrı şehirlerdeydik, sokak savaşlarına geçmek üzere olan bir Türkiye vardı. Geleneksel değerler ve kurallar altüst olmuştu. Ortada suikast listeleri dolaştığından söz ediliyordu. Nitekim 12 Eylül’e yaklaştığımız tarihlerde, İstanbul Siyasal Bilgiler Fakültesi dekan yardımcısı Ümit Doğanay öldürüldüğü gün dekan merhum hocamız Tarık Zafer Tunaya’da darmadağın bir yüz ifadesi gördüydüm. “Hiçbir anlam veremiyorum. Bu fakülteyi kurmamızı istemeyenler vardı. Bize katıldığı ve dekan yardımcısı olduğu için bizlere gözdağı mı veriyorlar?” demişti.
Kısa bir zaman sonra üniversitenin sessiz, sakin ve bol yazan sosyoloji profesörü Cavit Orhan Tütengil öldürüldü. Az sonra Türkiye Prof. Bedri Karafakıoğlu gibi bir fen adamı ile sarsıldı. Hangi ideoloji ile nasıl ilgisi kurulduğu bilinmez, emeklilik çağının eşiğinde kör kurşunla meslektaşlarını ve talebelerini yasa boğdu.
Server Tanilli sakin tabiatlı bir hoca değildi. Hitabet ve şiire düşkündü, tezlerini çok renkli biçimde sunardı. İnsanlara hakaret ettiğini veya bir tarafı küçümsediğini söylemek mümkün değildi ama doğrusu dünya görüşünü saklamazdı. Nereden geldiği belli olmayan suikastler yılında, 1978’in 7 Nisan’ı akşamında saldırıya uğradı. Kör kurşun hayatını sona erdirememişti ama sakat kaldı. Bu, onun sandalyeye mahkum olduğu ama kalemini hızla kullandığı uzun bir 32 yılın başlangıcı oldu.
Azerbaycan, ‘Server muallim’i uzun zaman unutamamıştır
Rusya’yı da içeren birkaç ülkede uzun tedavi dönemleri geçirdi. Ayağa kalkamadı, sadece hayatı uzadı, karamsarlığa kapılmadan süratle araştırıp yazmaya başladı. Yazdıkları da okunuyordu. Hayatta gördüğüm insanların en iyilerinden İrene Melikoff ona Fransa’da Strasbourg Üniversitesi’nde bir kadro ayarladı. Tanilli’nin Fransızcası hoştu, bu tip natikasına dikkat edip geliştiren bir başka Türk profesör de oralarda Türkiye özleminden dolayı ancak bir süre ders veren Bülent Tanör’dü.
Server hoca dönmek istiyordu ama devamlı müşahede altında tutulması ve tedavi yöntemlerinin gelişmelerinin izlemesi gerekliydi. Alıştığı ve onu tanıyan bir tıp merkezine mahkum olmuştu. Türkler onu yalnız bırakmıyordu. Bakımı zordu ve kendisinin de tahammülü zaman zaman kesilir gibi oluyordu. Lakin okuma ve yazmadaki sürati ve yoğunluğu ile bu sorunu aştı. Sıcak ortamlarla kaynaşmayı biliyordu. Bakü’deki bir konferansta -ki daha henüz Sovyet Azerbaycan’ı dönemiydi- kültür sarayını dolduran kalabalığa “Bir elmanın yarısı siz, yarısı biz” diye başlayan şiirsel bir konuşma ile hitap etti. Salonun alkıştan yıkıldığını söylemeye lüzum yok. İnsanlar ‘Server muallim’i uzun zaman unutmadılar.
Türkiye’den gelenlerle konuşmakla yetinmezdi, evi misafirhane gibiydi. Hemen her gün Türkiye
ile saatlerce telefonlaşırdı. Profesör Tanilli hoca hem orada hem buradaydı. Fransa’ya gelip sığınan işçi veya öğrenci herkes onun yardımını ve desteğini görmüştür. Irene Melikoff’un Türkiye üzerine düzenlediği bereketli seminerlerde mutlaka bir tebliği olurdu.
Sonunda devran biraz değişti, Türkiye’deki tıp servisleri profesör Tanilli ile hasta olarak ilgilenecek derecede mükemmel bir servis kurdular, onun da yurt özlemi galip geldi ve birkaç yıl önce İstanbul’a yerleşti. Tıbbi bakımdan zor bir 32 sene geçirdi. Ama galiba ömrünün en verimli çağı da buydu. Bu direnci ve inadı ve memleketin insanlarıyla ilgisini doğrusu hayranlıkla izlememek mümkün değildi.
İspanya-Türkiye arası ilişkiler
Bu hafta başı Toledo’da Kastilya La Mancha Üniversitesi Türkiye ile ilgili bir seminer tertipledi. Konuşmacıların hemen tamamı Türk ve İspanyoldu. Dinleyenler de öyle... İspanya’nın dört tarafından Türk öğrenciler semineri izlemeye geldiler; kiminin İspanyolcaları zayıf, kimininki iyi. Bizim gençliğimizde İspanyolcayı sadece bazı diplomatların çocukları bilirdi. Bugün artık bir düzineye yakın İspanyolca uzmanı var. İspanya ve İspanyol kültürü Türk gençliğinin ilgisini giderek çekiyor. Gelişen ticaretin bir yansıması da bu desek doğru değil; gençlerin dünyanın bu kesimine bağımsız ve özgürce bir yakınlık ve ilgi duymaları mutlu bir gelişme.
Yaşanan değişimin ilk yansıması: Tersane
15’inci asırda Akdeniz’in batısında okyanuslara açılmayı misyon edinen bir kuvvet vardır. Kastilya ve Aragon’un evliliği ile İspanya reconquista’sını (yeniden fethi) tamamlar ve 1492’de son kale Granada İspanya tahtı tarafından ele geçirilir. O zaman için önemli bir nüfus sayılan birkaç yüz bin (400 bin) Müslüman ve Yahudi, İspanya’yı terk etmek zorunda kalacaktır. Hıristiyanlaştırma faaliyeti engizisyonu da yaratır. Bunlar uzun süren bir Müslüman fethin sona erişidir. Katolik İspanya’nın direnişi hiç şüphesiz ki çok yoğundur. Bu yılın içinde Amerika’nın keşfi bu olayla birleşir. Yahudi ve Müslümanların atılışı, zanaatler ve ziraatta eksikliğini hissettirecek, İspanya Yeni Dünya’dan akıttığı altın ve gümüş zenginliğinin karşılığında yeterli mal ve hizmet bulamayacaktır. Yeni bir
hastalık, yani enflasyon doğar. İspanya’nın maden zenginliği işgücü ve üretim noksanlığı ile karşılaşınca doğan enflasyon hastalığına Avrupa’nın başka köşeleri tedavi ile cevap verir. Hollanda ve İngiltere, İspanya pazarını ele geçirecektir.
Başka gelişmeler de görülür. 1453’te İstanbul’u fetheden ve Tuna mansabından yukarı Mezopotamya’ya kadar uzanan Türklerin imparatorluğu kovulan iş gücünü celbetmektedir. İspanya ve Portekiz menşeili Yahudi bankerler, diplomatlar, cerrahlar ve Müslümanlardan oluşan semtin yanındaki tersane, İspanya’daki değişimin Osmanlı pazarındaki ilk yansımalarıdır.
Dahası vardır; V.Charles önce 1516’da İspanya kralı ve 1519’da Alman imparatoru olduktan sonra Türklerin imparatorluğu 1521’de Rodos ile Belgrad’ı, 1526’da da Macaristan’ı alır. Muhteşem Süleyman’ın yeni ilhak ettiği bu zenginliklere rağmen ülkesinde 20 yıl sonra enflasyon başlayacaktır. Enflasyon aynı zamanda bulaşıcı ve kıtalararası yayılan bir hastalıktır. Dönemin Türk tarihi tetkikçileri belgelerde zirai alanda çarşılarda artan fiyatlardan şikayeti gözlemliyor. İspanya’dan akan gümüş Osmanlı altınını çekmekte ve Osmanlı gümüşü akça, artan fiyatlar karşısında erimektedir.
İspanya’nın macerası donanmamızı etkiledi
V.Charles İspanya’nın, Milano’nun, Hollanda’nın hakimidir. Kardeşi Avusturya büyük dükasıdır yani Habsburgların bu Avusturyalı kolu Türkler karşısında durgundur. V.Charles ise Akdeniz’deki Türk ilerlemesini durdurmak niyetindedir. 1535’te Tunus, 1541’de ise Cezayir’e hücum eder, deniz savaşları ilk anda V.Charles’ın zaferiyle fakat sonradan Cezayir ve Tunus korsanları ve Barbarossa’nın direnişi ile sürer. İtiraf etmeli; İspanya’nın kuzey Afrika’daki macerası Osmanlı donanmasının kuvvetlenmesini ve Kuzey Afrika’daki eyalet idare yapısını etkilemiştir. Halen Kuzey Afrika’da Türklerin İspanya’ya karşı bu bölgenin din ve özgürlüğünü koruduğu tartışılıyor. Devam edeceğiz.
Jandarma ve polis başarılıydı
Çarşamba günü Ayasofya tarafından Bab-ı Humayun’a, sonradan öğrenildiğine göre eski bir Libyalı polis olan saldırgan mevzilendi. Savunmada sarayın jandarması ve yetişen İstanbul polisi olağanüstü bir başarı göstererek bir faciayı önledi. Radikal gazetesinde Ömer Erbil’in ayrıntılı bir haberi var. İki sayfa sonra Cüneyt Özdemir herhalde o haberi okumamış ki, “Topkapı Sarayı’nın kapısında jandarmaya ne lüzum var?” diyor. Ne denir? İlgilenenlere ve geçmiş olsun diye arayan dostlara, yurttaşlarımıza saray personeli olarak teşekkürü bir borç biliyoruz.