Hükümet IMF programıyla seçime gitmekte sakınca görmüyor ancak IMF’yle müzakerelerin henüz bitmediği de anlaşılıyor
Önceki akşam Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, Hazine Müsteşarı İbrahim Çanakçı, Merkez Bankası
Başkan Yardımcısı Doç. Mehmet Yürükoğlu ve 10 ekonomist ile üç buçuk saat süren bir yemek yedik. Konumuz da orta vadeli program çerçevesinde mali kural ile IMF’yle anlaşmaydı. Haberi duyan bir sürü arkadaşım da “Aman çıkar çıkmaz beni ara” diye yalvarıyordu.
Yemekte önce Babacan söz aldı ve “Toparlanma var ama çok yavaş ve hassas bir çizgide” dedi. Babacan geçen yıl yapılan vergi indirimlerinin toparlanma konusunda etkili olduğunu düşünüyor. Özellikle de başlama ve bitiş zamanlaması açısından. Daha fazla sürmesi halinde iç borç oranlarının yüzde 50’leri aşacağını, mali sıkılaştırma önlemlerinin de bu nedenle getirildiğini belirtti. 2010 bütçesinin eylülde hazırlanan Orta Vadeli Program’la uyum içinde olmasına özen gösterilmiş. Malum, Orta Vadeli Program’ın iki unsuru var; biri birkaç yıllık perspektif sunması, diğeri de mali disipline yavaşça dönüş.
Yüzde 5 büyüme yeterli mi?Yemeğin önemli bir süresi (geçen yemekte de olduğu gibi) mali kural tartışmasıyla geçti. Yüzde 5 büyüme ile yüzde 1 bütçe açığının yapısal ve uzun vadeli ortalama (yahut da hedef) olarak uygunluğu tartışıldı. Çoğunluk bunu makul bulsa da, bazıları yüzde 5’i de, yüzde 1’i de düşük buldu. Kamu daha esnek ve harcamacı olsun, borç önemli değil, yeter ki ekonomi hızlı büyüsün dediler. Açıkçası bizde bu eğilime daha yakınız.
Babacan’a göre mali kural IMF ile anlaşma kadar önemli. Zaten IMF de prensip olarak kuralı benimsemiş. İş ayrıntılara kalmış. Anlaşma olursa (2 yıllık stand-by) tabii OVP daha da saygınlık kazanacak. Hatta Babacan’a göre bu durumda (ki bir de kredi alınacağından) 2010 yılı büyümesi daha yüksek bir düzeyde (yüzde 3.5 yerine belki de yüzde 5.5) olacak.
Bendeki izlenim, hükümetin IMF programıyla seçime gitmesinde sakınca görmediği, halka iyi anlatıldığı takdirde dezavantajlarının aşılabileceğine inandığı. Hatta 2004-2006 arası IMF’yle yaşanan ortamın 2007 seçimlerindeki başarıyı getirdiğini düşünüyorlar. Şimdi de IMF’yle büyümenin yüzde 1-2 artacağı, işsizliğin de artış eğiliminin durdurabileceği kanısındalar.
IMF parasına ihtiyaçIMF’nin sağlayacağı saygınlığın yanı sıra vereceği kredinin de önemli olduğuna işaret ediliyor. İç borç çevirme oranının 2010’da yüzde 100’ü aşarak, piyasadan 149 yerine 200 milyar TL’ye yakın borçlanma gereği ciddi bir zorluk. 2010’da ödemeler dengesi finansmanı da zor olacak. (Üstelik biz ekleyelim; bu yıl özel kesimin dış borç servisi de çok yüklü.) Çünkü küresel riskler hâlâ sürüyor ve IMF finansal akımların hemen artmasını öngörmüyor. Nihayet Türkiye’nin döviz rezervlerinin kısa vadeli dış yükümlülüklere oranı diğer ülkelere göre çok düşük; yüzde 75 kadar. Yani hükümete göre IMF kredisi çok gerekli.
Üstelik birçok gelişmekte olan ülkeye göre Türkiye’nin borç stoku hâlâ yüksek. Bu durumun bir borç sarmalı riski yaratabileceği kaygısı yetkilileri ürkütmüş. Kamu büyümenin motoru olarak görülmediğinden, mali disiplin çok önemli bir siyasal tercih olarak görülüyor. Hatta tam aksine mali disiplinin beklentileri olumlu hale getireceğini ve büyümenin artacağı düşünüyorlar. Yemeğin sonunda IMF ile ilgili görüşler soruldu. Babacan’ın bu bakanlığa döndükten sonraki ilk yemekte hemen herkes IMF’den yanaydı. Bu kez görüşlerin neredeyse yarıya yakını gecikildiğini, yarıya yakını da gereksiz hale geldiğini belirtti. Benim gibi birkaç kişi de zarar vereceğini vurguladı. Özetin özeti: IMF ile müzakerelerin hâlâ sürdüğü ve henüz sonuna gelinmediği anlaşıldı.