Citibank geçtiğimiz hafta Türkiye’nin içine girdiği siyasal sıkıntıları kastederek kredi notunun “durağan”dan “negatife” indirilebileceğini belirtti. Oysa ülkemizde kredi notunun haksız biçimde düşük olduğu inancı sürüyor. Bu görüşe “kısmen” katılsak dahi Türkiye’nin içinde bulunduğu riskleri göz ardı edemeyiz. Bunların da başında siyasal riskler ve istikrarsızlık geliyor.
Kaldı ki, son dönemde beklentiler de iyimser bir eğilim içinde de değil. Bunu da oluşturan iki etmenle karşı karşıyayız. Biri yurtdışında, biri yurtiçinde. Yurtdışında mali piyasalarda satış eğilimi ve sıkıntı artarak sürüyor. Fakat bu özellikle Yunanistan’dan kaynaklanmıyor. Yunanistan işin bahanesi. Çünkü daha önce de Dubai krizi vardı. Hatta kimileri “Yunanistan hiçbir şey. Sırada İspanya var, o devrilirse Avrupa altında kalır” dese de siz bunlara bakmayın.
Hasta Avrupa
Bunların çok fazla ciddiye alınacak tarafı yok. İspanya çok mu sağlammış da krizde batar hale düşmüş? Bize kalırsa küresel sıkıntının kaynağında (bir ölçüde Avrupa konusu yatsa da) iki ayrı etmen var: biri ABD’de bankaların durumu, diğeri de değişmesi beklenen politikalar.
ABD’de bankalar hâlâ toparlanmadı. Bu zorluk hızla büyümeye geçmeyi engelliyor. İkincisi dünyada artık faizlerin yeniden artırılma zamanının geldiği beliriyor. Birçok ülke buna geçti bile. Avrupa Merkez Bankası bu eğilimde olmasa da, FED bu sinyali verdi. Yani küresel likidite bolluğunun sonuna gelindi. Bu da haliyle satışları tetikliyor.
Değişiklik sadece para politikasında mı? Hayır. Mali disiplin konusunda da arayışlar borsaları ürkütmüş görünüyor. Demek ki, şimdiye kadar piyasalardaki gözlenen gelişme (yahut şişme) şirketlerin mali durumlarından değil, piyasadaki para bolluğundan kaynaklanıyormuş. Bu da ortaya çıkmış oldu. Tabii Türkiye de bu değişimden etkileniyor. Tıpkı diğer borsalarda olduğu gibi satışlar yaşanıyor.