Bugün Dünya Kadınlar günü. Fakat ben bugünün bu isimle anılmasına karşıyım. 8 Mart “Cinsel Eşitlik Günü” olsaydı daha uygun olurdu. Yani hangi cinsellikte olursanız olun, önemli olan herkesin eşit fırsata sahip olması ve toplumda eşit muamele görmesi. Dünya Kadınlar Günü ise bu anlamı çağrıştırmıyor.
İşin bir başka yönü de ülkemizdeki kadınların arasındaki büyük farklar. Gelir düzeyi düşük kesimde kadının çektiği cefa göz ardı edilemez. Bu kesimde hem kadının eğitilmesine fırsat verilmiyor, hem de kadın evde en ağır işleri yapmaya mahkûm ediliyor. Hatta bırakınız takdir görmeyi, kimi zaman bir de şiddete maruz kalıyor. Çok acı!
Plastik kadınlar
Öte yandan bir başka kadın profili var ki o da aslında çok acıklı. Sabah geç kalkıp fitness’a giden yahut da önce alış veriş yapıp, sonra arkadaşlarıyla yemek yiyen yahut toplantılarda gezen süslü kadınlar. Nişantaşı’nda dolanan bu kesime ben “naylon kadınlar” diyorum. Estetikli vücutları, markalı elbiseleriyle birbirlerine fiyaka yapıyorlar, ama çoğu mutsuz. Çünkü özgür değiller. Sadece, kocalarının parasını harcayabiliyorlar. Medyanın abartılı biçimde ilgi gösterdiği bu kadın profiliyle ne yazık ki toplumdaki kadının rolünü daha da aşağılanıyor.
Dünya Kadınlar Günü’nün tarihçesine dönelim. 8 Mart 1857’de bir tekstil fabrikasındaki grev sırasında çıkan yangın sonucu 129 kadın ölmüştü. Bunun üzerine 1910 yılında Kopenhag’da 2. Enternasyonal’e bağlı Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda bugünün “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak anılması kararlaştırıldı. Neydi 129 kadının istediği? Daha iyi yaşama koşulları. Çok masumca bunun için greve gitmişlerdi. 1977’de Birleşmiş Milletler işi sulandırdı ve bugünü Dünya Kadınlar Günü olarak ilan etti.
Elbette emekçi olmayan kadınların da sorunları var. Kadına karşı yaygın bir şiddet sorunu yaşanıyor. Doğduğunda cinsiyeti nedeniyle öldürülen kızlara hâlâ dünyada bolca rastlanıyor. Sayısı milyonları aşan küçük kızlar fuhuşa sürükleniyor yahut da insan tacirlerinin eline düşüyorlar. İşin en acıklı yanı dünyada kadınlar 15-45 yaş arası hastalıktan değil daha çok şiddetten hayatını kaybediyor.
Çözüm nerede?
Bütün bunlar bilinen sorunlar. Ama çözüm nerede? Çözüm kadının işgücüne özgürce ve eşit bir biçimde katılmasında... Oysa ülkemizde ücrete dayanan kadın işgücü ne yazık ki oldukça sınırlı. Kırsal kesimden göçerek kentlere gelen kesimin eşleri veya kızlarının iş bulması kolay olmuyor. Zaten kapanıyorlar. Hele çocuk doğurma aşamasına geldiklerinde büsbütün kopuyorlar. Çalışmayan kadının da ekonomik özgürlüğünü elde etmesi neredeyse olanaksız. Ancak babadan miras kalacak ki, bağımlı olmasın. O bile toplumsal açıdan çalışan bir kadın kadar onu özgürleştirmez. Çünkü kendini ve başarısını toplum karşısında kanıtlamış olmaz. Nihayetinde yine bir erkekten, babadan miras kalmış oluyor.
Kadının (adil bir ücret karşılığı) çalışmasını sağlayan düzense ancak
onun eğitilmesi ve devlet tarafından kadınların çalıştırılmasının
özendirilmesiyle sağlanabilir.
Özetle, çalışmayan kadın özgür değildir. Ben de özgür kadını severim.