Malum geçen hafta Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ile uzun süren bir akşam yemeği yedik. Ülkenin seçkin ekonomi köşe yazarlarının olduğu sofrada Ali Babacan büyümeyi özel kesim yatırımlarına bıraktıklarını, bu nedenle kamu harcamaları yoluyla bir atılım düşünmediklerini ifade etti. Yani hükümet kriz sürecinde yapılan mali gevşemenin sonuç vermediği, artık tersine disipline dönülmesi gerektiği inancında.
Hatta tipik bir muhafazakâr ekonomik yaklaşımla kamu kesiminde gözetilecek denge politikasının beklentileri olumlu etkileyeceği, böylelikle özel kesim yatırımlarının artacağını da umuyorlar.
Bütçede artan açık
Gerçekten küresel krizde ortaya çıkan muazzam bütçe açığının ekonomide daralmayı engelleyemediği biliniyor. Önceki yıl 17,9 milyar TL olan açık 52,6 milyar TL’ye çıktı ama yüzde 6’ya yakın bir daralma bekleniyor. Fakat konuya şöyle bakmakta da yarar var; ya kamu harcamaları artmasaydı yahut vergilerde ödün verilmeseydi ne olacaktı? Daralma daha da fazla olmayacak mıydı? Elbette olacaktı. O nedenle maliye politikasını bu kadar yerden yere vurmak pek de yerinde sayılamaz.
Kaldı ki mali krizde bazı ilişkiler daha da iyi anlaşıldı. Örneğin vergiler. Vergiler temel olarak ithalat ve tüketim nedeniyle yılın ilk 11 ayında olağanüstü düzeyde düştü. Bereket, yılın son ayında yüzde 52 artış gösterdi de vergiler yılı yüzde 1’in biraz altında bir artışla kapattı. Demek ki, vergiler gerçekten ekonomik konjonktüre çok çabuk tepki veriyor. Tüketim ağırlıklı olması nedeniyle...
Kamu harcamaları ise tamamıyla iradi bir durum. Yani hükümet bunu istediği kadar artırıp, istediği kadar azaltabilir. Hatta istediği kalem üzerinden bunu yapabilir. Fakat Türkiye’de mevcut bütçe harcamaları kompozisyonu içinde bu arzulanan ölçüde olmuyor. Kaldı ki, her bütçe harcama kalemi aynı ekonomik etkiye sahip değil. Örneğin yatırımlarla memur maaşlarının aynı (çarpan) etkilere sahip olması elbette beklenemez.
Harcamaların niteliği
Nitekim 2009 yılında faiz-dışı bütçe harcamalarının yüzde 29 artmış olması ilk bakışta olağanüstü gelse de ayrıntılarda şeytan gizlenmiş. Bütçenin yarısını oluşturan cari transferler yüzde 30’dan fazla artmış. Yüzde 11’ini oluşturan mal ve hizmet alımları da yüzde 32 artmış. Bunların toplamı bütçenin yüzde 60’ını geçiyor. Ancak bu kalemlerin en etkili kalemler olmadığı biliniyor. Bunlar seçim harcamaları. Yani siyaseten etkili olması bekleniyor.
Asıl etkili olabilecek olan yatırım harcamalarındaki artış ise yüzde 92’yi bulmuş. Aslında bu artış göz dolduruyor ama bu kalemin bütçedeki payı yüzde 6’dan az. O nedenle milli gelire yahut efektif talebe katkısı da sınırlı kalıyor. Son yıllarda genel bir politika tercihi olarak o denli kamu disiplini ve daralması istendi ki, sonunda kamu neredeyse tümüyle yatırımlardan el çekti. Hal böyle olunca, gerektiğinde (örneğin krizlerde) maliye politikasındaki gevşeme bir politika aracı olmaktan çıkıyor.