Ekonomik tablonun tümüne bakıldığında 2004 yılında iki iyi giden gelişme oldu. Biri, ekonomik canlanma, diğeri düşen enflasyon. Tabii bir türlü düzelmeyen olgular da oldu. Ama iyi giden yanların bile 2005 yılında sürdürülebileceğinin değerlendirilmesi gerekiyor.Piyasalarda 2005 yılına ilişkin üç varsayım var. Bunlardan ilki, aralıkta şu veya bu biçimde müzakere tarihinin verileceği. İkincisi, ABD ekonomisinin öncülüğünde dünyada canlanmanın başlayacağı. Ve buna bağlı olarak da ABDde faizlerin artacağı. Üçüncüsü de, IMF ile üç yıllık yeni bir stand - by anlaşmasının imzalanacağı. Piyasalar her üç konuda da en iyimser varsayıma dayanarak hareket ediyor.Sondan başlayalım. IMF ile yeni bir stand - byın gerçekleşmek üzere olduğu görülüyor. Ve bu sadece IMF tarafından arzulanmıyor. Türkiye de bunu istiyor. 2005 ve 2006 yılında IMFye geri ödenmesi gereken borcun, cari işlemler açığının bu boyuta ulaştığı bir dönemde, ciddi sorunlar çıkarabileceği aşikar. Makro dengeler bozulabilir. Üstelik reel faizlerin bu denli yüksek seyrettiği bir ortamda programın IMFsiz sürdürülemeyeceği açıkça görülüyor.Gelelim ikinci varsayıma. Bu hafta ABD Merkez Bankası (FED) Başkanı Alan Greenspan, daha doğrusu FOMC (Federal Açık Piyasa İşlemleri Komisyonu), faizleri ikinci kez yüzde 0.25 daha artırdı. Böylece faizler yüzde 1.50 oldu. Tabii bunlar çok sınırlı artışlar. Ancak, ABDde canlanma konusunda da belirgin bir gelişme görülmüyor. Mesela bu hafta gelen işsizlik verileri hızlı bir canlanmanın başladığına işaret etmiyor. Aksine kıvranmanın sürdüğünü gösteriyor. Gerçi Greenspan buna verilecek yanıtı bulmuş; hızlı toparlanmayı yükselen petrol fiyatları engelliyormuş! Bu kısmen doğru olsa da, gerek seçim belirsizliği, gerekse Irakta süren istikrarsızlık da iç tüketimdeki güveni sarsıyor. Kısacası, 2005 yılında ABDde hızlı faiz artırımları beklenmemeli. Bu da Türkiye için olumlu olacaktır.Demek ki, 2005te IMF ile yola devam edileceği için ve ABDde toparlanma hızlı olmayacağı için Türkiye avantajlı olacak. IMF ile anlaşma kendi elinde olsa da, dünyadaki gelişmelerin kontrol edilmesi olanaksız. Gelelim diğer varsayıma, yani AB ile müzakerelerin başlamasına. Bu da artık Türkiyenin elinde değil. Piyasalar şu anda ABden olumlu bir yanıt alınacağı varsayımıyla hareket ediyor. Alınırsa Türk ekonomisi elbette farklı bir raya oturur. Ancak AB Komisyonundan çıkan rapordan sonra, ABnin siyasi iradesi "özel bir yanıt" verirse, işler değişir ve AB treni raydan çıkabilir. Ve tabii tüm ekonomik dengeler de sarsılır.Kısacası, şu anda yaşanan riskler dengeleri sarsmıyor. Çünkü uygun bir konjonktür ya da psikolojik hava var. Ancak varsayımlardan biri değişirse tüm dengelerin değişeceği de unutulmamalı. hgunes@milliyet.com.tr Önceki gün IMFden, uygulanan program hakkında övgü dolu bir açıklama geldi. Ancak iki malum ikaz da yapıldı. Birincisi, kamu borcu çok yüksek. İkincisi, cari işlemler açığı, yani döviz gelirlerinin giderleri karşılamaması kırılganlık yaratmaya devam ediyor.