Hasan Cemal

Hasan Cemal

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

BERLİN
Sonbaharın hüznü çökmüş şehre. Belki bana öyle geliyor. Bu Berlin bende her zaman nostaljik duygular uyandırır. Kestane ağaçları, ıhlamurlar, çınar ağaçları sararmış...
Kreuzberg’de kendi başıma yürüyorum.
Kafayı uzatıyor:
“Abicim, yenebilecek miyiz şu Almanya’yı?.. Arda’nın yeri nasıl dolacak, kim oynayacak onun yerine?”
Kendisini yanıtsız bırakacak halim yok ya.
Berlin’e uçarken futbolu yakın takipte tutan bir meslektaşımın bana söylediğini naklediyorum, çok bilmiş bir edayla:
“Tuncay Şanlı’yı Arda’nın yerine kaydırırlar. Böylece Bundesliga’da bu yıl fırtına gibi esen daha yirmisindeki Nuri Şahin’e yer açılır. Belki böylece taşlar daha çok yerli yerine oturur diyenler var.”

200 bin Türk genci
Pek inandırıcı gelmiyor.
Nasıl Almanlar son anda sakatlanıp kadrodan çıkarılan Schweinsteiger şokunu yaşıyorlarsa, bu kardeşim de Arda Turan şoku yaşıyor.
Ama umudunu kaybetmiş değil, çıtayı yüksek tutuyor:
“Yeneceğiz Almanları!”
Devam ediyor:
“Çünkü biz kendi evimizde oynayacağız, Alman milli takımı ise deplasmanda... Göreceksin, tribünleri en çok biz dolduracağız. Cuma gecesi Berlin Olimpiyat Stadı’ndan çıkış yok Almanlar için...”
Kreuzberg’in ana caddesindeki bir kahvede, barın arkasında çalışan genç adam, “Yok be abi, o vurdulu kırdılı heyecan günleri geçmişte kaldı” diyor.
“Nasıl yani?”
“Eski bağrış çağrışlar yok. Maçın sonucu ne olursa olsun, dostluk fazla bozulmaz. Hep birlikte biralar içilir, eğlenilir. Türkiye’yi desteklemek için sokağa dökülen bir çok genç aynı zamanda Alman bayrağı taşıyacaktır, göreceksin. O eski milliyetçilikler yine var ama hem çok azınlıkta, hem de çok törpülendi.”
Barın arkasındaki genç adam, üniversitede medya okuyormuş. Ailesi Trabzonlu. Çok güzel anlatıyor:
“Uzun yıllar önce gelmiş babam Berlin’e. Çok ağır işlerde çalışmış işçi olarak. Annemi getirmemiş. Her yaz tatile gidip, bir çocuk yapıp dönmüş Berlin’e...”
Gülüyor:
“10 yılda 10 çocuk! Ben en küçükleriyim. Berlinli oldum, artık dönmem Türkiye’ye...”
Kreuzberg’in eski Kreuzberg olmadığını söylüyor. Çok pahalılanmış, kiralar yükselmiş. Maddi durumu iyi olmayanların taşınmaya, göç etmeye başladıklarını söylerken, ben Tophane’yi düşünüyorum.
O kafayı yine aradan uzatıyor:
“Abicim, hadi Arda’nın yerini doldurduk diyelim, Hamit Altıntop ne olacak? Onun durumu da kritikmiş, sakat...”
“Merak etmek Hamit oynayacak, haberler öyle geliyor .”
Almanya’nın en önde gelen futbol dergisi Kicker’e göz gezdiriyorum. Almanya’da 200 bin Türk gencinin meşin yuvarlak peşinde koştuğunu ve büyük çoğunluğunun her geçen gün Almanya’yı tercih ettiğini yazıyor.
Güncel bir konu...
Mesut Özil, Alman futbolunun yeni yıldızı. Benim de Güney Afrika’daki son Dünya Kupası’nda keyifle izlediğim bir topçuydu. Nitekim Dünya Kupası’nda parladı ve Real Madrid’e transfer oldu.

Almanya’daki topçularımız
Şimdi soruluyor:
“Mesut Özil Alman Milli Takımı’nda olmasaydı, Dünya Kupası’nda oynamasaydı, bugün Real Madrid’de olur muydu?”
Haksız bir soru değil.
“Neden Almanya’yı tercih etti?” sorusunun üzerinde zıplamanın rahatsız edici olduğunu düşünüyorum.
Öte yandan bizim milli takıma bakıyorum. Bu gece Olimpiyat Stadı’na çıkacak olan ilk 11’de Hamit Altıntop, Nuri Şahin, Hakan Balta ve Ömer Erdoğan Almanya’da doğup büyümüş, futbola başlamışlar. Ayrıca yedekler arasındaki Halil Altıntop, Ceyhun Gülselam, Özer Hurmacı da yine Almanya’dan yetişme topçularımız...
Kreuzberg’de ana caddeden bir yan sokağa giriyorum.
Etraf tenha.
Kültür derneği yazan dükkanın önünde, kocaman kestane ağacının altına iki sandalye atmış oturuyorlar. Biri yedi sekiz yaşlarında oğlan çocuğu. Nabız tutacağım ya, soruyorum ufaklığa:

Yenmek ya da yenilmek
“Yenecek miyiz Almanya’yı?”
Yüz vermiyor, kocaman mavi gözleriyle bakıyor. Ses yok! Bu kez yanında oturan adama soruyorum:
“Türkçe bilmiyor mu?”
“Bilir bilir de konuşmuyor” dedikten sonra, mavi gözlü çocuğa benim sorumu Almanca’ya çeviriyor:
Yanıt, kendinden emin bir havada geliyor:
“Tabii yeneceğiz Almanları!”
Erzincanlıymış, diyor ki:
“Bu Almanlar bizi yener. Bunlar makine intizamıyla oynar. Ve maçın sonuna kadar disiplini elden bırakmazlar, oyundan kopmak nedir bilmez bunlar...”
Yerinde bir tahlil.
2008’deki Avrupa Şampiyonası’ndaki o yarı final maçı bir film şeridi gibi gözümün önünden geçip gidiyor.
Ne maçtı o.
Sabri, 86. dakikada Lahm’a bacak arası yapıp topu kaleye yerden kesmiş, Semih de iğne deliğinden geçirircesine Lehman’ın koruduğu Alman kalesine beraberlik golümüzü atmış, maçı 2-2’ye taşımıştı.
Heyecandan havalara uçmuştuk ama bu kez de Kazım’ın kaçırdığı Lahm, Sabri’nin kademeye geç girmesinden de yararlanarak tam 90. dakikada topu ağlarımıza takarak sonu ilan etmişti 3-2 olarak...
Avrupa Şampiyonası’nda final oynamayı, İsviçre’nin Basel kentindeki o muhteşem maçta, Almanlara gerçekten üstün oynadığımız o harika maçta kıl payı, üstelik son dakikada kaçırmıştık.
Bu gece Euro 2008’deki Basel’in rövanşını alabilecek miyiz diye soruyorum Erzincanlı arkadaşa..

Evimizde oynayacağız çünkü
Kafayı uzatıyor yandan, yine lafa giriyor:
“Abicim savunmayı ne yapacağız? Bu duran toplar, yan toplar bizim takımın yumuşak karnı, tam bir kabus... Genellikle duran toplardan geliyor, yediğimiz basit goller... Son Belçika maçında da öyle olmadı mı, iki duran top, iki kafa golü... Zor kurtardık, son anda aldık maçı 3-2, o da Arda’nın sayesinde... O da yok şimdi... Ayrıca unutma, bu duran toplarda Almanlar Belçika’dan çok daha iyi...”
Haklı bir eleştiri.
Bizim savunmada, savunma göbeği bazen çok aksıyor. Ağır kalabiliyoruz, adam paylaşımında zorlanıyoruz. İnşallah kalede Volkan Demirel sağlam gününde olur. 1951’deki ‘Berlin Panteri Turgay Şeren’den sonra 2010 Panterliği de kalecimiz Volkan’a gider.
Konyalı taksi şoförü neşeli:
“Almanlar soruyor, şimdi bu maç ne maçı olacak diye. Dostluk maçı mı, yoksa kavga dövüş maçı mı? Artık eskisi gibi değil, dostluk ağır basıyor.”
Haber geliyor:
“Sol bekte Hakan Balta’nın yerine Sabri’yi oynatıp bir sürpriz yapabilir Guus Hiddink Hoca...”
Böyle bir sürprizi, şimdi anımsıyorum, Fatih Hoca da yapmıştı, Frankfurt’ta Norveç’e karşı oynadığımız seyircisiz maçta ve peki iyi sonuç almamıştı galiba...
Kafayı bu kez taksinin içine uzatıyor:
“Merak etme abicim, bu maç bizim. Olimpiyat Stadı’ndan çıkamaz Almanlar, çünkü onlar değil, biz kendi evimizde oynayacağız.”
Haydi maça maça!