Üffff ki üfffffffff...
Geçen hafta, “Ulen benim Babalar Günü”mü nasıl unutursunuz? diye esip yağmıştım.
Meğer o gün Babalar Günü değil, bugün, yani ayın 17’siymiş.
Tarihte hata yapıp şaşırınca, anımsayacaksanız hem madara olduk hem de karizmayı çizdirdik.
Bu kez de “çok ve aşırı aranmaktan” bıktım usandım birader.
Hadi, çocuklar; Orçun, Hande, Genco...
Sabah kalkar kalkmaz sevgili güzel karım Meltem Hanım...
Kayınvalide falan da neyse...
İyi de elaleme ne oluyor yahu?
Anaaaaaaaa; sanki hepsinin babasıyım birader...
Tanıdığım, tanımadığım, orada burada bir kere selamlaştığımızı söyleyen bile arayıp “Babalar Günü” kutlamaya başlayınca, ister istemez benim asfalyalar yine attı.
Hele bir telefon geldi ki, çıldırdım...
Yılışık yılışık, alay edercesine;
“Hamdi Bey, Hamdi bey... Seni yine kimse aramamıştır. Bari ben arayayım da eve kapanma, al karını benim sayemde sokağa çık” der demez patladım.
Önce sakin sakin sordum:
Kardeşim ben seni tanıyor muyum?
Tanımazsın...
Devam ettim:
Peki, anneni tanıyor muyum?
Zannetmem...
Seni tanımıyorum, anneni de tanımıyorum; o zaman ben senin nasıl baban oluyorum evladım? Söyler misin?
Ne yapalım canım, sen de ya sanal babam, ya da iskele babam olduğunu farzet; demez mi?
Terbiyesize bak...
Saydırmaya başladım ama, Allahtan ki telefonu kapattı.
İnsanın canı bir kez sıkılmaya görmesin.
Elime geçen bir araştırma, sinirlerime “tavan” yaptırdı.
Efendim; babalar, çocuklarına verdikleri emek neticesinde, kendilerini önemli hissetseler de annelerin ancak üçte biri kadar değer görüyorlarmış...
Eeeeeeeeeeeeeeeeeee...
Babalar Günü, 1926 yılında ilk kez Amerika’da kutlanmış.
Ve “Babalar Günü”nün, Anneler Günü kadar prim yapmamasının tek nedeni; anneler gününde verilen-çiçek, takı, küçük ev aleti gibi garantici hediyelerin, babalar gününde kurtarıcı olmamasıymış.
Yani, her ne kadar anneleri memnun etmek kolay olmasa da onlara hediye seçmek babalara seçmekten çok daha basitmiş...
Hadi bunu kabul ettik diyelim.
Ama bu kadarla kalmıyor ki?
ABD’de, anneler ve babaları kıyaslayan araştırmanın sonuçlarını bir rezalet.
Buna göre babalar, çocuklarına verdikleri emek neticesinde kendilerini önemli hissetseler de annelerin ancak üçte biri kadar değer görüyorlar.
Babaların değerini bulmak için, bir yıl içerisinde evle ve babalık görevi ile ilgili yaptıkları işlerin parasal karşılığını hesaplanmış.
Ve babalara 20 bin 248 dolarlık değer biçilmiş.
Aynı şekilde annelerin hakettiği değerin ölçülen parasal karşılığı ise 60 bin 182 dolar çıkmış.
Özetle, annelerin değeri, babalara oranla 3 kat fazla.
Ayrıca bu yıl babalar günü dolayısıyla ortalama bir tüketicinin harcadığı miktar 117 dolar iken, Mayıs’taki Anneler Günü’nde bu rakam 350 doların üzerinde gerçekleşmiş.
Buyrun bir “gol” de buradan...
Araştırma bana göre külliyen “Anneler Lobisi”nin para verip yaptırdığı bir çalışma olmalı.
Çünkü üç çocuk babası olarak bu sonuçları asla kabul etmiyorum.
Külliyen yalan...
Tek doğru tarafı şu:
Babalar’ın bu özel gün kutlamasında hediye konusundaki isyanları.
Ankete göre babaların yüzde 65’i kravat hediye edilmesindense, hiç hediye almamayı tercih ediyormuş.
Aynen katılıyorum...
Kravattansa, bir çakmağa ya da bir el öpmeye razıyım...
Kararlıyız...
Alsancak Stadı ve geleceği, geçen hafta en çok tartışılan konu oldu.
İş büyüyünce, İzmir Futbol’una destek amacıyla kurulan ve bugün Başkanlığını AK Parti eski Milletvekili Tuğrul Yemişçi’nin yaptığı İZVAK, stadın TOKİ’ye devredildiğinin “yalan” olduğunu, yapılan tartışmaların boş olduğunu açıkladı.
Yani, Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu başta olmak üzere, hepimizi; “hava bulutlu denince, sen bana ördek mi demek istiyorsun” durumuyla ti’ye aldı.
İzmir burası birader...
Yedirirler mi hiç?
Kentteki tüm takımların taraftarları, İZVAK Başkanı’na belgeli olarak tokat gibi yanıt verip, çarparçasına belgeleri önüne koyuverdiler.
Bir tek “yalancı” demedikleri kaldı.
Onun yerine “İstifa et” çıkışıyla yetindiler.
İzmir bu işin peşini bırakmamaya kararlı.
Mücadele cephesine Dr. Levent Köstem de katıldı.
Köstem’in sözleri şöyle:
“Değerli arkadaşlarım. Bu stadın çimlerinin her karesinde 20 yılı aşkın bir süre futbolcu olmadan koştum.
Mesleğim gereği bir çok futbolcu kardeşimi, taraftarı, teknik heyetten arkadaşımı ve hatta hakemlerimizi tedavi ettim.
Kafam yarıldı, ancak hiç biri beni yaralamamıştı.
Buranın yıkılacak olma fikri beni kahrediyor. Bu statta o kadar çok dostum oldu ki;
Sevgili İlyas Tüfekçi hocam, Raşit hoca, Behiç hoca, Mustafa ağabey, Rıdvan hoca, Ümit hoca, Hüseyin Kalpar hoca, daha niceleri...
Bu bina yıkıldığında benim gibi anıları olan bir çok insanın anısını yıkmış olacaklar.
Tüm Altaylı, Karşıyakalı, Göztepeli, Bucalı, İzmirsporlu, Altınordulu, Karantinalı, Yeşilovalı herkesin buna karşı çıkması, cansiperane buranın yıkılmamasını savunması gerekir.
Ben bu konuyu İzmir Büyükşehir Mclisi’de benim gibi düşünen arkadaşlarım ile sürekli gündeme getireceğiz.”
“Özel” olursun...
doğarsın...
büyürsün...
ölürsün...
birileri için “özel” olursun...
çocuk olursun
iyi evlat olursun
analar babalar için “özel” olursun...
arkadaş olursun
dost olursun
sevgili
eş
sırdaş olursun...
bazıları için “özel” olursun...
ülkeni, değerlerini seversin...
vatanın için can veririsin...
yurdunu, tarihini sevenler için “özel” olursun...
bir gün
Atatürk’ün Cumhuriyeti kaybeder...
değerlerimiz; din, iman, kültür, bağımsızlık kaybeder...
vatan kaybeder...
sen...
ne yazık ki
el adamı’nın yetiştirmesi ve devşirmesi kişilik...
canını ülke için veremeyecek olan korkak...
doğası gereği kullanılan satılan zayıf karakter...
emanete hıyanet eden vatan haini...
tutsak olmuş akıl, vatanını satan yürek sahibi ve el adamı için
“Özel” olursun...
kirli oyunlarını tezgâhladıkları mekânlarında
ülkemizi yok etmek isteyen “el adamı” nın zevkini tatmin eden...
“özel” olursun...
Tuncay D.Kalemoğlu