CUMA günü saat 12.00’de “başım çok ağrıyor, migrenim tuttu galiba...” diye biraz kıvrandıktan ve de herkesi inandırdıktan sonra, gazeteden izin alıp çıktım.
Eve giderken İrfan Baba’ya uğradım, bir porsiyon keşkek, bir porsiyon da Arnavut ciğerini paket yaptırdım. Sevinç’in yanındaki Can Çerezci‘den yarım kilo karışık çerez aldım.
Apartmanın kapısına gelince şeytan dürttü. Yandaki bakkala girip 6 tane tombul şişe buz gibi bira alıp eve çıktım.
Ve saniye geçirmeden salondaki büyük TV’yi açıp BBC’yi buldum.
* * *
BBC’de Londra sokaklarında dansedip şarkı söyleyerek soyluların soylusu, geleceğin İngiliz Kıralı Prens William ile soysuz bir aileden gelen Catherine Middleton’un düğününü kutlayan insanlar gösteriliyordu.
Ben, “Çok şükür daha düğün töreni başlamamış, hiçbir şey kaçırmadım” diye sevinerek alel acele elimdeki yiyeceklerle salondaki masayı donattım.
Beş şişe birayı buzdolabına yerleştirip, buz gibi duran altıncı bira şişesinin kapağını açtım ve divana konuşlandım.
* * *
Mutluluk diye buna derim ben.
Masada keşkek, Arnavut ciğeri, elimde buz gibi bira, karşımda düğün alayı.
İnsan başka daha ne isteyebilir ki?
Aklıma geldi, cep telefonumu kapattım, ev telefonunu da fişten çektim.
Gel keyfim,gel...
* * *
Beni en çok duygulandıran, kilisedeki evlilik yemininin yapıldığı an oldu.
Gözlerim yaşardı.
”Ulan” dedim, “Bu Prens William bu yemini etti ya, bitti artık.
Bundan sonra hiçbir yere zıplayamaz. Arkasında gazeteci ordusu, yanında Catherine...
Güzel bi’ fıstık görse, hani ‘Güzele bakmak sevaptır’ faslından da olsa, yan gözle bile bakamaz. Anında film ederler bunu. CD’sini internete falan vermeyip anında dünyanın 5 büyük kanalında yayımlarlar.”
Sonra, “Amaaan” dedim. “Bana ne kardeşim.” Hem babası da böyle evlendi de, sonra Camilla denen gençlik aşkıyla her gün ceviz oynamadı mı?
TV’deki sunucu, gelinin yeminini çevirince, Prens Bey‘e daha çok acıdım.
Bu İngiltere’de gelinin “Sana sadık kalacağım, her türlü hizmetini göreceğim, akşamları ayağını leğende yıkayacağım...” falan diye yemin etmesi adettenmiş.
Ama gelin hanım böyle yemin etmemiş, “Bak Prens efendi, sen zıplamazsan ben de zıplamam, geçinir gideriz...” mealinde yemin etmiş.
Yani, filmin ek yeri şimdiden belli.
Ben böyle böyle hem düğünü izleyip hem de çerez eşliğinde biraları devirdikten sonra, masanın başına geçip Arnavut Ciğeri ile Keşkek’i de cennetlik gövdeme indirdim. Sızmışım...
* * *
Meltem’in saatler önce eve geldiğini duymadım. Gözlerimi açtığımda saat gece yarısı 12.00 falandı.
Meltem “Kalk bakalım” dedi. ”Biraz konuşalım seninle.”
Bu beni en çok tırstıran cümledir.
Ortaokuldayken de onbir dersten dokuzunu kırık getirdiğim karne günlerinde rahmetli annem omuzumdan tutar “Gel bakalım biraz konuşalım seninle” derdi.
Konuşmanın sonunun benim için bir felâketle biteceğini bilirdim.
Yıllar geçti, kocaman adam oldum, evlendim. Şimdi de “Biraz konuşalım seninle“ denildi mi, bende hoşafın yağı kesiliyor. Elim ayağım titremeye başlıyor.
Bütün cesaretimi toplayıp “Ne var konuşacak?” dedim.
Meğer çok şey varmış.
Evvelâ, eve neden erken geldin dedi.
Arkasından, masa üstünde duran yemek artıkları.
En sonunda da sehpaya dizilmiş altı tombul bira şişesi...
Önce, kafamı toplayıp her bir soruyu açıklayan, mantıklı bir hikâye anlatabilir miyim diye düşündüm.
Baktım olmayacak,”Gazeteden düğünü izlemekle görevlendirildim” dedim.
“Senin“ dedi, “Öğleyin migrenin tutmuş, izin alıp eve gelmişsin.”
- Kim dedi?
- Cep telefonun kapalıydı. Ben de gazeteyi aradım, arkadaşların söyledi.
- Eve gelince geçti, dedim.
- Sen de. altı şişe bira ve dünya kadar yiyecek eşliğinde TV izledin.
- Üzerime gelme, dedim. Kafam bozuk.
- Niyeymiş o?
- Gelinliğin üzerine kırmızı kuşak bağlamamışlardı, dedim. Kız galiba bakire değildi. Şaşkın şaşkın yüzüme baktı.
- Ama dedim, şimdiden karar vermemek lâzım, belki çarşafı balkona asarlar da İngilizler kızı temize çıkarır.
Meltem’in “Allah seni ıslah etsin” dediğini duydum, sonra da salon kapısının çaaat diye kapandığını.
TV’ye baktım. Arada bir prensin balkonda gelini öptüğü sahneyi ekrana getiriyorlar. Adam belki bir gün kral olacak ama, otuz yaşına gelmiş hâlâ gelini nasıl öpeceğini bilmiyor.
Bu kız bunu kısa zamanda boynuzlamaz inşallah...
BAKIŞ
Foça
Herkesin hayat takviminde bir miladı, bir başlangıcı vardır. Benim için her yılın başlangıcı aynı zamanda baharın başlangıcıdır.
Omuzunuza konan bir uğur böceği,
Yüzünü size çevirmiş, mahzun bakışlı papatya ve alev alev yanan gelincikle her yerde karşılaşabilirsiniz. Baharın kendisine has yorgunluğu ile coşkusunu aynı anda yaşayabilirsiniz.
Artık kışın hüznünü, yağmurun yumuşak dokunuşunu hissetmeyeceksiniz.
Ama papatya tarlasına uzanarak çekilen bir fotoğraf, gelecekte geçmişinizi size hatırlatacak bir anı olarak yerini alacak albümünüzde...
* * *
İşte böyle bir bahar pazarında Foça’ya doğru uzanmanızı tavsiye ederim size.
Geçmişinin ve doğanın kendisine bahşettiği ayrıcalığın farkına varmış, yozlaşmaya müsaade etmeyen, fokların “yuvam” dediği, hayatını binbir mücadele ile geçirmiş emeklinin huzur bulduğu, sanatçının ilham kaynağı, amatör balıkçının çocuksu coşkusunu hissettiren, insanların bakışları ile kaynaştığı, bir kez gidilip sonra müptelası olunan, size de baharın coşkusunu yaşatacak bir doğa güzelliği; şirin balıkçı beldesi FOÇA...
Baharı yaşayıp denizeulaştığınızda size ayrı bir huzur verecektir Foça...
Büyük denizde teknelerin arasında yürüyerek geldiğiniz kale altındaki kahvelerde içilen çay,
Küçük denizde restoranlar arasından geçip belediye meydanında içilen bir kahve,
Akdeniz Mutfağı’nın otlarıyla yenilen balık,
Gün batımının en güzel göründüğü şirin balıkçı beldesi Foça...
Sevim Tüblek’in “Mavi Rüya” şiirinde bahsettiği gibi;
Sen özgün bakışların vazgeçilmez yerisin.
Düş koyunu süsleyen doğanın hünerisin.
Yıldızların kucağı, mehtabın salıncağı.
Sen masmavi rüyanın büyülü fenerisin...
Bu pazar, sizi, ailenizi kucaklayacak, Foça.
ERTAN ÜLKÜ - ertanulku@hotmail.com
BAKIŞ SÖZÜ
İnsanlar tercihleriyle yaşarlar Ya tozu dumana katarsın
Ya da tozu dumanı yutarsın
ANONİM
FIKRA
Otuz yıllık evliydiler.
Kadın çırılçıplak, yatak odasındaki aynadan kendine baktı. Gördüğünden pek memnun olmadı. Kocasına dönüp;
“Korkunç görünüyorum” dedi.
“Yaşlı, şişman ve yüzüne bakılmayacak kadar çirkinim.”
İç geçirdi. ”Hey gidi hey” dedi.
”Zaman ne kadar da hızlı geçti, oysa gençken ne kadar güzeldim.”
“Haydi bana bir iltifat yap” dedi kocasına, “Şu anda buna çok ihtiyacım var.”
Koca, karısının çıplak vücuduna, şişmiş karnına, sarkmış göğüslerine baktı, bir an düşündü ve karısına;
“Maşallah gözlerin çok iyi görüyor” dedi.