NE ESHOT zammı, ne metro, ne açılım, ne de CHP kongreleri...
İzninizle, hepsine 24 saat yeni yıl molası veriyorum.
Ne sizin canınız sıkılsın, ne de benimki...
Bu günü “Kıssadan hisse” ye ayırdım.
Sonrasında bıraktığımız yerden “devam” diyeceğiz.
Eminim ki siz de gecenin mahmurluğundan kurtulur kurtulmaz, iç karartan sorunlu bir yazı okumak istemezsiniz diye düşünüyor ve başlıyorum.
* * *
Asya’da maymun yakalamak için kullanılan bir çeşit tuzak vardır. Bir Hindistan cevizi oyulur ve iple bir ağaca veya yerdeki bir kazığa bağlanır.
Hindistan cevizine ince bir yarık açılır ve oradan içine tatlı bir yiyecek konur.
Bu yarık sadece maymunun elini açıkken sokabileceği büyüklüktedir.
Yumruk yaptığında elini dışarı çıkaramaz. Maymun tatlının kokusunu alır, yiyeceği yakalamak için elini içeri sokar, ama yiyecek elindeyken elini dışarı çıkarması olanaksızdır. Sıkıca yumruk yapmış elini, bu yarıktan dışarı çıkaramaz. Avcılar geldiginde maymun çılgına döner ama kaçamaz.
Aslında maymunun tutsak eden hiçbir şey yoktur. Onu kendi bağımlılığının gücü tutsak etmiştir.
Yapması gereken tek şey, elini açıp yiyeceği bırakmaktır. Ama zihninde aç gözlülüğü o kadar güçlüdür ki, bu tuzaktan kurtulan bir maymun bugüne kadar olmamıştır...
* * *
Gelelim bu gerçek olaydan almamız gereken derslere...
Maymun gibi bizleri de tuzağa düşüren ve orada kalmamıza neden olan; arzularımız ve benliğimizi bağımlı kılan alışkanlıklar ve bağımlılıklarımızdır.
Nasıl mı?
Bir kaç örnek vereyim:
Çoğunlukla konuşmaktan fazla bir özelliğini kullanmadığımız son model cep telefonlarına sahip olmak.
Ortalama 15 -20 metrekaresini kullandığımız, ama böyle bir alandan 20-30 kat büyük evlere sahip olmak.
Belki bir kez giydikten sonra çok uzun süre dolabımızın bir köşesinde unuttuğumuz günün modasına uygun giysilere sahip olmak.
Okumadığımızz kitaplara sahip olmak.
Asla kadranının gösterdiği sürate ulaşamayacağımız en süratli arabaya sahip olmak.
Bize günde 35 kez zamanı, başkalarına ise sürekli zenginliğimizi gösteren kol saatlerine sahip olmak.
Vakit bulup gidilemeyen, gidilse bile dinlendirmekten çok, tabiri caizse yorgunluktan haşatımızı çıkaracak deniz kenarına yakın bir yazlık eve sahip olmak.
Faizi, getirisi zarara uğramasın diye, kıyıp gerçek ihtiyaç sahiplerine hiç olmazsa bir bölümü dahi harcanmayan bol sıfırlı bir banka defterine sahip olmak.
Oturmadığımız koltuk takımları ve izlemediğimiz dev ekran televizyonlar.
Kullanmadığımız, faydalanmadığımız daha pek çoklarına sahip olmak.
Ya da sahip olduğumuzu sanmak...
Ve bir soru?
O maymun gibi bunları avucumuzda tuttuğumuz sürece (faydalanamasak bile) herşeyin sahibi olduğunuzu mu sanıyorsunuz?
Bence, ancak parmaklarınızı gevşetip bunlardan vazgeçtiğiniz zaman gerçekten özgür olup, tüm yeteneklerimizi kullanabilir hale gelmeyecek miyiz?
Bir de şöyle düşünün; aslında biz bu dünyaya sahip olmaya değil, yaşadığımız sürece şahit olmaya gelmedik mi?