Mühendislikten bir sınıf arkadaşım var; o da ben de geldik elliküsur yaşına. Ne zaman telefonla görüşsem ya da bir araya gelsek, herif adımı söyleyeceğine “Gavur İzmirli” deyip geçiyor.
Yok canım, AK Partili falan değil.
Öyle olsa, genel başkanları Recep Tayyip Erdoğan’dan etkilenip, ağız alışkanlığıyla söylüyor diyecek, aldırış bile etmeyeceğim ama;
Kazın ayağı öyle değil.
Bu arkadaşım bana tam 30 yıldır, Hamdi yerine “Gavur İzmirli” diyor.
Epey oluyor, bir akşam “hal-hatır” sormak için aradığında, yine “Gavur İzmirli n’aber” der demez; açtım ağzımı yumdum gözümü...
“Kardeşim; İzmir’de doğdum, büyüdüm. İzmirliyim. Ama ben gavur falan değilim. Yahu benim yedi kuşak ceddim Yörük... Yörük...
Öz be öz Türk’üm. Üstelik senin gibi suyun öte yanından da gelmedim. Aile kökenim Gavur Dağları’nda göçer olarak yaşarken, 3 kuşak önce kente inmişler.... Soyadım Türkmen... Üstelik “çakma” değil. Sonradan olma değil, dededen-babadan Türkmen’im...” diye saydıkça saydım...
İşin garibi, konuşmalara dizimin dibinden kulak misafiri olan sevgili eşim Meltem Hanım da o geceden sonra “Canım, Hamdim” diyeceğine, “Gavur İzmirli” diye seslenmeye başlamaz mı?
Al başına belayı birader...
“Ulan karı, başlayacağım şimdi senin gavuruna da, bilmem neyine de” diyeceğim ama, nerede o yürek bende...
Hafta sonu, işi gücü bırakıp, neden bu İzmir’e “gavur” denildiğini araştırmaya koyuldum.
Google’dan başlayıp, yüzlerce web sitesi taradım, nafile...
Eften, püften yaklaşımlar, hiç biri inandırıcı değil.
* * *
Son çare, özel bir arama programım var, onu devreye aldım...
İçine bir daldım, kendimden geçmişim.
Bir ya da iki saat sonra, “buldum... buldum...” naraları atıp odamdan koridora fırlayınca, Meltem Hanım ile burun buruna geldik...
“Tamam da, giyiniksin ya; olmamış ki?”
Ne diyo şimdi bu kadın demeye kalmadan;
“Arşimet’i taklit edeceksen, bir kere odandan değil, hiç olmazsa banyodan nara atarak fırlaman lazım.. Bu bir...
İkincisi giyimli-kuşamlısın... Çıplak olman gerekir...
Üçüncüsü de, Evreka... Evreka... demen lazım...”
Ne Arşimet’i, ne çıplağı, ne Evreka’sı be hanım, İzmir’e neden “gavur” dendiğini buldum.
Öyle mi; “O Gavur İzmirli sen değil misin?”
“............................!!!!!!!!!!”
* * *
İzmir’e niçin “Gavur İzmir” dendiğini, Nahsen Badeli’nin yazdığı; Türkiye’nin Son Yüzyılı ve Sosyal Demokrasi kitabında buldum.
604 sayfalık kitabın “Cumhuriyet öncesi toprak satışları” bölümünde; 152-153’üncü sayfalarında bu lakap nereden üzerimize yapışmış anlatılıyor.
Özeti şu:
Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluş ve yükselme dönemlerinde topraklar padişahındır.
Bu nedenle Kanuni dönemine kadar toprakların hiçbir şekilde ve karşılığı ne olursa olsun satılması veya devredilmesi söz konusu dahi olmamış ve böyle bir teklifi yapmaya da hiç kimse cüret edememiştir.
Osmanlı İmparatorluğu’nda ilk kapitülasyonlar Fransızlara verilmiş ve 1536 yılında Kanuni tarafından imzalanmıştır. Osmanlı’nın gerileme döneminde bunların sayısı artmış ve içerikleri de değişmiştir.
İlk kapitülasyonlar, ticaret imtiyazları iken gerileme döneminde ticari imtiyazlar yanında kültürel, adli ve dini ayrıcalıkları da kapsamış; yabancı okullar, hastaneler ve misyonerlik merkezi işlevi gören diğer kurumlarla, toprak ve bina mülkiyetini de dolaylı şekilde kapsar hale gelmiştir.
Osmanlı’nın yükselen dış borçları ve borcu borçla kapatmak düşüncesi, başta İngilizler olmak üzere Batılıların toprak satışı dayatmaları ile karşı karşıya gelinmesine neden olmuştur.
1868 yılında İstimlâk Nizamnamesi hazırlanarak uygulamaya konulmuştur.
Bu düzenlemelerle İngiltere, Fransa, Amerika, Rusya, Hollanda ve Avusturya-Macaristan’la toprak satışı konusunda “karşılıklılık“ aranmayacağı hükme bağlanmıştır.
* * *
Bunların sonucunda Ege Bölgesi’nin verimli arazileri İngilizler, Akdeniz kıyısındaki verimli araziler de İngiliz, Fransız ve İtalyanlar tarafından satın alınmıştır.
İngilizler İzmir ve Aydın’da 2 milyon 800 bin dekar arazi almışlar ve İzmir’deki tarıma elverişli arazilerin üç’te birini ele geçirmişlerdir.
Bunlara Rum, Ermeni ve Yahudilerin aldıkları araziler de eklenince 5-6 milyon dekarlık bir tarım arazisi, yani ekilebilir tarım arazilerinin üç’te ikisi yabancıların mülkü haline gelmiştir.
O dönemde bu nedenle İzmir’e “Gavur İzmir” denilmiştir.
* * *
Oh be...
Nihayet bize başta Başbakanımız olmak üzere pek çok kişinin “gavur“ demesinin, “gavur“ olduğumuz için değil de, 1868’li yıllardan kalma, Osmanlı’nın ülkeyi yabancılara “peşkeş” çekmesinden kaynaklanan bir “hatıra” olduğunu öğrendim.
Rahatladım...
Şimdi var ya, o benim mühendislikten arkadaşım da, çok sevgili eşim Meltem Hanım da isteyen, dileyen herkes bana “Gavur İzmirli” diyebilir.
Ne alınırım ne de gücenirim...
O, bunun için büyük
“Bazı arkadaşlar yoksulluğumuzu bahane ederek memleketlerine dönmek istiyormuş.
Kimseyi zorla Büyük Millet Meclisi’ne davet etmedim.
Herkes kararında özgürdür.
Ben, kutsal davaya inanmış bir insan olarak hiç bir yere gitmemeye karar verdim.
Hepiniz gidebilirsiniz!
Asker Mustafa Kemal olarak ben; mavzerimi elime alır, fişekleri göğsüme dizerim.
Bir elime de bayrağımı alır, Elmadağ’a çıkarım.
Orada tek kurşunum kalana kadar vatanı savunurum.
Kurşunlarım bitince değersiz vücudumu bayrağıma sarar; temiz kanımı, kutsal bayrağıma içire içire tek başıma can veririm.
Ben buna ant içtim!”
MUSTAFA KEMAL
ATATÜRK
23 Nisan 1920 TBMM
Pazar fıkraları
Pilot
Pilot Temel, telsizi eline alır, var gücüyle bağırır:
- Kule, kule! Sağ motor bozuldu. Düşüyorum.
Kuledeki görevli:
- Mesaj alındı! Yerinizi bildirin, yerinizi bildirin.
Temel, gayet ciddi:
- Pilot kabini, öndeki sol koltuk, pilot kabini, öndeki sol koltuk!
Babanın ölümü
Babasını kaybeden Temel’e başsağlığına gelen Dursun, sorar:
- Temel, baban neden öldü?
- Apartmanın 8. katından düştü.
- Eyvah! Parçalandı mı?
- Yok yok, girişteki bakkalın tentesine düştü, oradan havalanıp karşı apartmana sıçradı.
- Eee, apartmana mı çarptı?
- Yok, apartmanın balkonundaki çamaşır ipine çarpıp, çelik yay fabrikasının bahçesine düştü, yeniden havalandı.
- Peki sonra?
- Baktık ki yere inmiyor, biz de vurduk onu!
Mini etek
Temel, kullandığı arabanın öyküsünü Dursun’a anlatıyordu.
- Bir gün otostop yapıyordum ki önümde, bu arabayla, mini etekli güzel bir kadın durdu. Beni arabasına aldı. Bir süre sonra arabayı kuytu bir köşeye çekti. Mini eteğini yukarı çekti, dudaklarını ıslattı, “Benden ne istersen alabilirsin” dedi. Ben de arabasını aldım.
Dursun:
- İyi etmişsin Temel, zaten sana mini etek yakışmazdı.!