Hamdi Türkmen

Hamdi Türkmen

hamdi-turkmen@hotmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

DÖRT Mart Cuma günü gazeteciler Taksim Meydanı’nda kısaca “Özgürlük isteriz” falan diye bir yürüyüş yaptılar.
Medyada da saflar iyice belli oldu.
Düşündüm, taşındım ben de saflardan birine katılmaya karar verdim.
Özgürlük safını seçtim.
Ancak hemen belirteyim, Taksim’e çıkıp özgürlük diye bağırıp-çağıran gazetecilerle mutabık değilim.
Ben özgürlükten yanayım!...
Şükürler olsun ki, memleketimizde bol bol özgürlük var(!...)
Basın özgürlüğünde Amerika’dan bile ilerideyiz. (İçinizde koskoca İçişleri Bakanı’na inanmayan münafık varsa onu da Allaha havale ediyorum.)
* * *
Özgürlük dediğin nedir ki?
İstediğini yiyip içersin sonra da bunları gazetende ballandıra ballandıra yazabilirsin. Siz hiç karakola çağrılan bir yemek yazarı duydunuz mu? Magazine istediğiniz gibi dalabilirsiniz. Bülent Ersoy’un 21 yaşındaki aşkı oğlan çocuğu ile ya da Cemil İpekçi’nin hayat arkadaşı ile röportaj yapıp manşetten verseniz size bir şey diyen olur mu?
Olmaz... Eeeeeeeeeeeeee?
Özgürlükse özgürlük işte...
Bakın, ben haftalardır Meltem Hanım‘a alamadığım Sevgililer Günü hediyesini yazıyorum.
Emniyetten ya da savcılıktan “Gel bakalım niye bunları yazdın?” diyen oldu mu? Olmadı.........
Gerçi bir hafta önce sabaha karşı kapının önünde bir tıkırtı duyunca ben de heyecanlandım. Vücudumu ter bastı.
Yataktan kalkıp “Allahım sen beni koru” diye dualar ederek kapıyı açtım.
Bir de ne göreyim? Sütçünün kapıya bıraktığı günlük süt şişesini bizim evin üçüncü sakini “kokoş” (sokaktan alıp büyüttüğümüz kedimiz) devirmemiş mi? Ferahladım...
Memleketimizdeki sonsuz basın özgürlüğünden bir an şüpheye düştüğüm için kendimden utandım...
Üç gün önce de aynı şey oldu.
Tıkırtı yüreğimi ağzıma getirdiyse de, hemen kapıyı açtım.
Şükürler olsun yine süt şişesiymiş!..
* * *
Ama önceki gün ve dün olanlardan sonra biraz işkillendim. Sütçü bizim kapıya iki gündür süt bırakmıyor.
”Acaba sabaha karşı sütçünün dışında gelenler olacak da ondan mı bırakmıyor?” diye vesvese yaptım.
Tedbir olsun diye evdeki bütün kitap ve dosyalarımı “Koyacak yer kalmadı” bahanesiyle kapıcıya verip kalorifer kazanının altına attırıp yaktırdım.
Bilgisayarın hard diskini silsen bile, sildiklerini buluyorlarmış.
Gerçi benim bilgisayarda yiyemediğim sucuklu yumurtalar, Meltem Hanım için yazdığım şiirler falan var ama, yine de ne olur ne olmaz diye hard diskini söktürdüm.
Önce sanayiye gidip preslettirdim.
Sonra da bir dökümcü arkadaşa götürüp ikibin derecede kaynayan döküm kazanının içine attırdım.
Ardından da, “Ya sabaha karşı gelenler, sen ne biçim gazetecisin? Hani bilgisayarın? Sen yazını neyle yazıyorsun?” diye sorup, benden şüphelenirler korkusuyla eski daktilomu çıkardım.
Silip temizledim. Kağıt takıp yazmaya hazır hale getirdim. Hani sorarlarsa daktiloyu gösterip mantıklı bir cevap vereyim diye hazırlık yaptım.
* * *
Bütün tedbirlerimi aldıktan sonra, meselenin peşine takıldım.
Hemen sütçüyü bulup, bizim kapıya iki gündür niçin süt bırakmadığını sordum.
Aldığım cevap beni hayli düşündürdü.
Meğer biz bir aydır sütçüye borcumuzu ödemiyormuşuz, onun için bırakmamış!...
Memleketteki özgürlüğün sınır tanımazlığını şimdi anladınız mı?
Bu memleket o kadar özgür ki, alacağını alamayan sütçüler, isterlerse borcunu ödemeyenlere süt vermeyebiliyorlar...
* * *
Yazımı bitirip editörüme gönderdim. Elinde yazıyla, odama geldi.
- Hamdi Abi, dedi... Siz bilirsiniz ama yazıyı birden kesmişsiniz, yani bir şeyler daha yazsanız diyorum?
Yazıyı elinden aldım. Tekrar okudum...
Altına, ”Bu haftalık da bu kadar, büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperim” diye ilave ettim.
Kibar çocuk, gayet yumuşak bir sesle; ”İyi abi” dedi... ”Sen memlekette özgürlükten bol ne var?” diyorsan, öyle olsun... Ama bu Ergenekon... falan...”
Lâfı ağzına tıkayıp, abuk-sabuk konuşmasına izin vermedim:
”O yargının işi...” dedim. Sen hükümetten iyi mi bileceksin?
Hiçbir şey söylemeden yazıyı elimden aldı, yalpalayarak kapıya yöneldi.Tam çıkacakken kafasını kapıya çarpmasın mı?
İşte, diye düşündüm, özgürlüğün tek zararı bu...
Fazla özgürlük insanı sarhoş ediyor(!...)

HAYAT ÜNİVERSİTESİ
Soru bir:
1965 yılında yeni seçilen milletvekillerinden biri, yemin etmek için kürsüye kravatsız çıkınca, Meclis Başkanlığı milletvekillerinin Meclis Genel Kurul Salonu’na ancak kravatla girebileceklerine, kravatsız milletvekillerinin salona alınmamasına karar verdi.
Ertesi günü aynı milletvekili Meclis’e yine yakası açık gömlekle geldi.
Tam içeri girecekken görevliler kendisine nezaketle Genel Kurul Salonu’na giremeyeceğini, kravat takması gerektiğini hatırlattılar.
Milletvekili “Benim kravatım var” dedi ve ceketinin önünü açarak pantolonunun kemer kısmına bağlanmış kravatını gösterdi.
Sonra da görevliye “Meclis Başkanı kravatsız girilmesin dedi, kravatı nereye takacağımı söylemedi” deyip Genel Kurul Salonu’na yürüdü.
Kimdi bu kural tanımaz milletvekili?
a) Çetin Altan
b) Necmettin Erbakan
c) Osman Yüksel Serdengeçti
d) Ahmet Hakan
Soru iki:
Altmışlı yıllarda, bir milletvekili Meclis kürsüsünde konuşurken salondan kendine çok sataşma olunca dayanamadı ve “Bu Meclisin yarısı hıyardır” diyerek kürsüden indi.
Bütün Meclis ayaklandı ve sözünü geri almasını istediler.
Başkan, milletvekilini yeniden kürsüye davet etti.
Milletvekili kürsüye çıktı. Salonu bir dakika kadar süzdü. Sonra da ağır fakat yüksek bir ses tonuyla: “Haklısınız” dedi. ”Sözümü geri alıyorum. Bu Meclisin yarısı hıyar değil!...”
Kimdi bu laf cambazı milletvekili?
a) Necmettin Erbakan
b) Çetin Altan
c) Aziz Nesin
d) Osman Yüksel Serdengeçti
• İki sorunun doğru cevabı da Osman Yüksel Serdengeçti’dir.

Şadan ile Şadıman
Şadan ayrıldığı eski sevgilisine; ”Ben Şadan, sen Nadan” diye mesaj attı.
Şadıman da; densiz, cahil anlamına gelen Nadan’ı görür görmez, mesaja cevap verdi:
”Aradım da bulamadım münasip bir kafiye Şadan’a...
Zaten kafiye de gerekmez senin gibi puşt adama...”

OKKALI LAFLAR PANOSU
* Zamparalığın adını; “Yaz aşkı” koymuşlar...
Yazın aşık oldun da kışın devam etmene yağmurlar mı mani oldu?
* Ayrılmak için; “Ben sana layık değilim” falan diye ayak yapma... Sıkıyorsa, ”Senden daha
iyisini buldum, haydi eyvallah” de.
* Yasak aşk yaşama... Ya kalbine yasak koy, ya da yasağı kaldır, aşkının yanında adam gibi aşk yaşa.


BAKIŞ
Sokak dansçıları
Sokağın, meydanların kendine ait bir dili var. Bu dili en iyi anlayanlar da gençler.
Onlar; özgürlüklerini ve gençliklerini sokakta yaşamayı seviyorlar.
Kafelerde, meydanlarda gençlik heyecanlarını dolu dolu yaşıyorlar.
* * *
Bizim yaşımızdaki insanlar da zaman zaman iç geçirerek “Ah gençlik ah” dedirtecek hareketleri görüyor ve keyifleniyorlar.
* * *
Ben; gençliğimi okuyarak ve çalışarak geçirdiğim için hayıflanmam. Kendime göre gençliğimi güzel geçirdim derim. Ama son zamanlarda bana “Ah gençlik ah” dedirtecek güzel şeyler görüyorum.
Cıvıl cıvıl bir gençlik.
Lise bahçelerinde, üniversite kampuslerinde her türlü kültürü yansıtan; meydanlarda, yeşil alanlarında, parklarda beni çok etkileyen bir gelişme var:
Sokak dansçıları...
* * *
Yaşları 12 ile 20 arasında, her kültürden genç çocuklarımız hafta sonları öbek öbek gruplar halinde dans ediyorlar.
Çeşitli isimlerde dansları var. Akrobatik hareketlerle geçekleştiriyorlar.
Müzik setleri omuzlarında sonuna kadar açılmış dans ediyorlar.
Cumartesi ve pazarları da hayli izleyicileri birikiyor.
Gerçekten çok güzel dans ediyorlar.
Adeta birbirleri ile yarışıyorlar.
* * *
O yaşta insan, kendini göstermeyi çok sever. Zor hareketler yapmaya çalışır.
Onlar, özgürlüğün tadını çıkarıyorlar.
Danslarında duygularını, heyecanlarını sergiliyorlar. Çok da güzel yapıyorlar.
* * *
Bir de sokak müzisyenleri var.
Avrupa’nın birçok kentinde olduğu gibi. Bizde yeni yeni gelişiyor ama hızlı gelişiyor. Hem kendilerini hem izleyenleri eğlendiriyorlar.
Cumartesi, pazar Karşıyaka sahili bu gençlerle dolup taşıyor. Sokak müzis-yenleri de müziğin evrenselliğini yansıtıyor.
* * *
Siz şimdi bu gençleri izlerken “Ah gençlik ah” demez misiniz?
İçinizi, keyif ve heyecan sarmaz mı?
Onları gördüğünüzde, gözünüzün ucuyla bakıp geç-meyin.
Onları alkışla-rınızla destekleyin.
Onların heyecanını paylaşın.
Siz de kendinizi çok iyi hissedeceksiniz.
* * *
Tabii burada Karşıyaka Belediyesi’ne bir sorumluluk düşüyor.
Çok modern ve güzel bir Bostanlı pazar yerimiz var. Sadece çarşamba ve cuma kullanılıyor. Diğer günler boş.
Cumartesi, pazarları Kültür Müdürlüğü buraya bir sahne ile ses düzeni kurabilir.
Bu gençlerin kendilerini göstermeleri-ne fırsat verir. Bu da Karşıyaka’ya yakışır.
* * *
Sokak dansçıları, sokak müzisyenleri, sokak sanatçıları arttıkça toplumun kendine olan güveni de artacaktır.
Çünkü müzik ve dans evrenseldir. Çağdaş kentin ortak olgusudur. Lütfen bunu unutmayın, unutturmayın...

ERTAN ÜLKÜ ertanulku@hotmail.com
BAKIŞ SÖZÜ
Gençleri aşktan mahrum bırakmak, hastaya tedavi yerine öğüt vermek gibidir... ANONİM