SURATIM karmakarışık, çaresizlik ve korkudan iyice büyümüş gözlerimle tıpkı filimlerde olduğu gibi, iniltili, yalvaran bir ses tonuyla Meltem’e “Beni bırak” diye seslendim. ”Beni bırak, buraya kadarmış, sen git, kendini kurtar...”
Bu sahnenin devamının nasıl gelmesi lâzım?
Bizim hatunun bana çığlık çığlığa; “Hayııır! Seni bırakmam! Sık dişini, birlikte kurtulacağız” diye bağırıp, uçurumun kenarında eften püften bir ağaç dalına asılı kalmış olan bana elini uzatıp, “Haydi tut elimi, kurtulacağız buradan...” demesi gerekmez mi?
Sahnenin devamı böyle, benim hayal ettiğim gibi olmadı.
Ben zor durumda değilmişim, ortada korkulacak bir şey yokmuş gibi gayet sakin oturduğu yerden kalktı ve bana; “Ben gidiyorum, sana da, Allah akıl fikir versin, sakın beni rahatsız etme” dedi ve masanın üzerinde duran James Joyce’un efsane romanı Ulysses’i alıp oturma odasına geçti.
* * *
Sahne biraz karışık oldu.
Meseleyi baştan alayım:
Her akşam en az beş-altı dizi oynuyor TV kanallarında. Ben de herkes gibi, akşam yemeği saatimi o gün izleyeceğim diziye göre ayarlıyorum.
Geçiyorum TV’nin karşısına, huşu içinde diziyi izlemeye başlıyorum.
Diziler uzun falan diyorlar ya, ben hiç rahatsız değilim. Dört dakikalık reklâm araları veriyorlar.
Ben kolumdaki saate bakıyorum. Kendimi dört dakikalık araya göre ayarlayıp, lavaboda ihtiyacımı gideriyorum.
İkinci arada mutfağa gidip, meyve tabağımı alıyorum.
Üçüncü arada mutfak veya lavaboda işim yoksa hızla diğer kanalları geziyorum, 4 dakika bitmeden diziye geri dönüyorum.
Tek sıkıntım; seyretmek istediğim diziyle aynı saate denk gelen diğer dizileri seyredememek.
Çaresini buldum.
Ben bir diziyi seyrederken, diğer diziyi kayda alan bir sistem kurdurdum.
Birinci dizi bittikten sonra gece saat üçe kadar falan da kaydedilen diğer diziyi izliyorum.
Mutluyum, huzurluyum.
* * *
Bir başka şikayetim daha var, gazetede hiç kimsenin dizi izlememesi.
Ben muhabbet olsun diye bazen “Kemal, Güllü aşkına hayranım...”
Ya da, “Bu Ali Kaptan, Cemile’yi amma da fena becerdi (!)” diye muhabbet açmaya kalkışsam kimseden tık çıkmıyor.
Kime sorsam, belgesel ya da tartışma programı izliyor, ya da kitap okuyup müzik dinlemiş oluyor.
İyi de kardeşim, bu dizileri yalnız ben mi izliyorum?
Oturduğumuz apartmanın kapıcısına, “Savcı hanım galiba Polat’a aşık, Memati’nin durumu da hiç iyi değil” diye muhabbet açayım dedim.
Yüzüme acıyarak baktı “Ooooo! Abi” dedi.
“Sen hâlâ Kurtlar Vadisi mi seyrediyorsun?”
Efendi, seyretmiyormuş... Evinde sadece haber kanalları açılıyor, tartışma programları izleniyormuş.
Böyle olunca, açıkçası utanmaya başladım.
Muhabbet açılır açılmaz, kafadan “Ben hiç dizi izlemem, tartışma programları favorimdir” falan deyip, golümü ilk dakikada atıyorum.
* * *
Şimdi birinci sahneye dönelim:
O akşam, yemeği biraz geç yediğimiz için ben dizinin başını kaçırmayayım diye mutfaktaki küçük televizyonda dizinin oynadığı kanalı açtım.
Yemeğimizi yerken sevgili eşim Meltem de mecburen dizinin özetini ve başını seyretti.
Sonra salona geçip kahve içtik, bizim hanımın gözü televizyonda diziyi büyük bir merakla seyrediyor.
Tam da Ali Kaptan’ın eski karısı Cemile’ye tecavüz ettiği sahne.
Sonra da muhabbet olsun diye “Çok etkileyici, değil mi?” diye sordum.
Bana ne dese beğenirsiniz; “Allah akıl fikir versin” deyip, yukarıda anlattığım gibi James Joyce’un efsane romanı Ulysses’i alıp oturma odasına geçti.
Dizi izlemeyip, kitap okumak bana göre yanlış. Fuzuli vakit kaybı (!...)
Ama asıl yanlış da şu, bu Ulysses romanı üst üste konulmuş üç tuğla kalınlığında bir kitap.
Amerika’da bazı üniversiteler “Bu Ulysses romanı nasıl okunur?” diye kurslar açıyorlarmış.
Bizde bile “Ulysses Nasıl Okunur?” diye kılavuz kitabı var. Yani önce kılavuzu okuyacaksın, sonra da kitabı.
Yani, “Ölme eşşeğim, ölme...”
Aha buradan sevgili eşime meydan okuyorum;
“Haydi bakalım Meltem Hanım, sen Ulysses’i oku, ben de Muhteşem Yüzyıl’ı seyredeyim. Bakalım hangimiz kârlı çıkacak?”
Daha şimdiden açık ara öndeyim.
Ben Hürrem‘den bin türlü dalavere öğreneceğim, sen Dublin’de geçen 24 saati öğreneceksin.
Binlerce Dublinlinin adını öğrenmek ne işe yarayacaksa?
Sırf yerli dizi diye karalayın bakalım. Nasıl olsa bir gün hepiniz dizi fanatiği olacaksınız.
Hem bizim “Behzat Ç. var ya, o beğenmediğiniz Behzat Ç. “O İrlandalıların hepsini döver” vallahi...
FIKRA
Adam, cumartesi sabahı çok erken kalktı, sakin sakin giyindi, kahvaltısını etti.
Köpeğini alıp sessizce garaja geçti.
Kayığını arabasının üzerine atıp, göle doğru yola çıktı.
Baktı fırtına çıktı-çıkacak, radyosunu açtı.
Radyodan, havanın gün boyu yağmur ve fırtınalı geçeceğini öğrendi.
“Avın tadı olmayacak” diye düşündü, eve geri döndü.
Arabasını garaja koydu. Sessizce yukarıya çıktı. Yavaşça soyunup, yatağa süzüldü.
Uyumakta olan karısının vücuduna arkadan sarılıp, arzu dolu, kulağına fısıldadı,
“Dışarıda hava çok ama çok berbat, geldim canım” dedi.
Kadın, “Ben de seni bekliyordum. Biliyor musun salak kocam bu havada balığa gitti...”
BAKIŞ
hayat güzel...
Genelde internetten alıntılar yaparak yazı yazmam.
Benim tercihim; okuduğum kitaplar, yaşadığım deneyimler ve kendi kişisel görüşlerimle ilgilidir.
Ancak bazen internette insan zekâsının yaratıcı gücü o kadar etkili ki insana pes dedirtiyor.
O nedenle hayatım boyunca insan zekâsının gücüne saygı duymuşumdur.
Geçenlerde şöyle bir bakayım derken, “Yaşamdaki üç şey” başlıklı bir yazı buldum. Bakalım siz ne diyeceksiniz?
Köy sakinleri yağmur duasına çıkmışlardı. İçlerinden sadece birinde şemsiye vardı.
Bu, inançtır.
Babalar, bebeklerini havaya hoplatır.
Çocuklar gülmekten bayılır.
Yere düşeceklerini akıllarına bile getirmezler.
Çünkü babalar onu tutacaktır.
Bu, güvendir.
Yatağımıza yatıp, yarın uyanıp yaşamaya devam edeceğimize dair teminatımız yoktur. Ama yine de ertesi güne dair planlar yaparız.
Bu da ümittir.
* * *
İşte içinde “İnanç, güven ve ümit”i barındıran insanlar, hayatın güzel olduğunu keşfederler.
Bu kadar karmaşık bir dünyada kendi hayatını güzelleştirmesini bilen insanlar, hem kendilerine hem de etrafındakilere mutluluk verirler.
Bunun anahtarı da
İnanç,
Güven ve
Ümit’tir...
* * *
Bir de insanlarda olması gereken meziyetler vardır:
Doğruluk,
Adalet,
Vicdan,
Merhamet...
Şimdi bütün bunların sözde kaldığını, artık insanların böyle şeylere önem vermediğini düşünebilirsiniz.
Ama sahip ol-duklarınız sadece size öğretilenler değildir.
Esas sahip oldu-ğunuz, sizin keşfettiklerinizdir ki, içinde mutlaka doğruluğu, adaleti, vicdanı ve merhameti barındırmalıdır. Bunları inanç, güven ve ümitle beslerseniz o zaman yaşamın zevkini alırsınız. Ne demiş düşünür:
“Sevmeyi öğrendim, Sonra güvenmeyi. Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu.
Sevginin ise, güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu öğrendim...”
İyi pazarlar...
ERTAN ÜLKÜ ertanulku@hotmail.com
BAKIŞ SÖZÜ
Hayatta mutlu olmanın iki yolu vardır: Ya istediklerinizi azaltacaksınız,
Ya da imkanlarınızı zorlayacaksınız
ANONİM