Hamdi Türkmen

Hamdi Türkmen

hamdi-turkmen@hotmail.com

Tüm Yazıları

Bay Arkas beni çok şaşırttı

Bay Lucien Arkas gibi resim sanatından anlayan biri değilim...
Yanlış da anlaşılmasın efendiler; dikkat edin resimden anlamam demiyorum; sanat kısmına birazcık ilgisizim.
Ama sergi gezmeyi severim.
Tablolara uzun uzun bakar; fırça darbelerine, renklerin uyumuna, görselliğine kendimce not veririm.
Örneğin dünyaca ünlü bir ressamın, hani o kolleksiyonerlerin milyonlarca dolar ödeyerek satın aldığı tablolara, bakarım ama neden o kadar çok parasal değeri olduğuna bir türlü akıl erdiremem.
Çoğu kez, adı-sanı olmayan bir sanatçının eserinden daha çok etkilendiğim olmuştur.
Bu nedenle de kendime, “Demek ki sen bu sanattan pek anlamıyorsun” yakıştırmasını yaparım.
* * *
Hepinizin bildiği gibi, Arkas Holding ’e Fransız Hükümeti tarafından kültür ve sanat amaçlı faaliyetlerde kullanılması için tahsis edilen Birinci Kordon’daki Fransız Konsolosluğu İzmir binası aslına uygun restore edildi ve “ Arkas Sanat Merkezi” olarak açıldı.
Geçen hafta, 19 Kasım Cumartesi günü Bay Lucien Arkas ile yemekteydik.
Öncelikle söyleyeyim; Allah herkese böyle bir patron nasip etsin...
Mükemmel, esprili, müzip, düşündüğü ağzından sansürsüz çıkan, şaraptan, klasik müzikten, tabi ki denizden çok iyi anlayan ve keyif alan bir İzmirli...
Kendisiyle üç-beş kez birlikte olan herkes bu özelliklerini ya biliyordur ya da farketmiştir.
Ama beni şaşırtan özellikleri başkaydı...
İnanılmaz bir Napolyon Bonaparte hayranı...
Fransız Konsolosluğu’nun tarihi binasında; yani yeni Arkas Sanat Merkezi’nde özel bir çalışma odası var.
Çalışma masası, bu ünlü Fransız Komutanı ve Cumhurbaşkanı’nınkinin kopyası...
Arkasındaki şömine de öyle...
Ve onun üzerinde Napolyon’un, (şahsen ben bayıldım) bir portresi...
Bitmedi...
Masasının hemen yanında bir Napolyon Büstü... Karşısında da bu ünlü komutanın silah arkadaşları. Ve Saltanat Kayığı...
“Çok bu seviyorsunuz” diye sordum...
“Onun gibi olacak kadar” dedi ve ekledi:
“O devirde yaşıyor olsaydım, Napolyon ve O’nun yerinde olmak isterdim...”
* * *
Bay Arkas iyi bir kolleksiyoncu.
Ama bunu, hiç bir zaman bir toplama uğraşısı olarak görmüyor.
Bu nedenle, resim sanatının izlediği seyri, tutarlı bir disiplin çerçevesinde tutabilmek bilinciyle uzun yıllar süren çalışmalar neticesinde Arkas Koleksiyonu’nu “Türk Resmi” ve “Avrupa Resmi” olarak iki ana başlık kapsamında oluşturmayı başarmış.
Ve bugün dokuz yüzü aşkın sanat eserinden oluşan Arkas Koleksiyonu, kendi tarzında Türkiye’nin sayılı sanat koleksiyonları arasında sayılıyor.
İnanılmaz bir servet...
Ama yine inanmayacaksınız, paha biçilmez koleksiyonunu anlatırken, o kadar mütevazi o kadan alçak gönüllü ki;
“Bu koleksiyonu sadece kendime saklamayı uygun görmedim. Sanat severlerle bir araya getirmek tek hedefimdi.
Fransız Hükümeti’nin, İzmir ’in tarihini de yansıtan bu eşsiz binayı Arkas Holding ’e tahsis etmesiyle uygun mekanı buldum” diyecek kadar açık sözlü...
* * *
Ve beni yine çok şaşırtan bir özelliği, Bay Arkas’ın kitapları oldu...
Tam 200 bin eserden oluşan bir kitap kolleksiyonu olduğunu biliyor muyudunuz?
Yuh; dememek için kendimi zor tuttuğumu hatırlıyorum...
“Bu kadar kitabı nerede, nasıl tutuyorsunuz?” dediğimde; o sadece gülümsedi ve şöyle dedi:
“Benim için sorun yok. Ama evdeki hanım çok şikayetçi. Çünkü toz almaktan bıkıp usandı...”
* * *
Dünyanın her yerindeki kitapçı, kitapevi, kolleksiyoncu, eskici, Bay Lucien Arkas için gönüllü çalışıyormuş.
Değerli bir yazılı eser kendilerine ulaştığında, bir telefon yetiyormuş.
En çok da tarihe meraklı olduğunu, 1600’lü yıllardan el yazımı kitapları olduğunu öğrendim.
Peki hepsini okuyor mu?
Okuyabilmiş mi?
“Nerede” diyor, ekliyor; Keşke bu kadar zamanım olabilse...
Ama kararlı...
Emekli olduktan sonra mutlaka kitap yazacak.
Konusu bile belli:
Anadolu’nun Tarihi...
Peki kaç yaşında emekli olacak da bu kitabı yazacak?
Bu soruma daha da sesli gülüyor...
Ah... Bir bilebilsem!...
* * *
Bir an içimden; “Yandık oğlum Hamdi, bir yazarlığımız vardı, O’nu da Bay Lucien Arkas kapacak, işsiz-gücsüz kalacağız” diye geçirdikten sonra, yanımda oturan gazeteci arkadaşım Ünal Ersözlü’ye dönüp şöyle dediğimi hatırlıyorum:
“Ünal kardeş; acaba biz de emekli olduktan sonra denizciliğe mi başlasak!..”
* * *
Gelelim Arkas Sanat Merkezi’ne...
Bu ilk sergi değişik disiplinleri benimseyen, ancak bağımsız görüşlerini gerçek bir dayanışma örneği ile paylaşmaktan çekinmeyen “Post-Empresyonist” dönem sanatçılarından Maxime Maufra, Louis Anquetin, Emile Bernard, Maurice Denis, Maurice Vlaminck, Edouard Vuillard, Louis Valtat gibi isimlerin önemli eserlerinden oluşuyor.
Pek anlamıyorum ya; ne özellikleri var diye soruyorum:
Meğer 1860-1870 yılları arasında doğan tüm bu sanatçıların dünyadaki çağdaş resmin oluşmasında çabaları ve katkıları çok büyükmüş.
Aklınızda bulunsun; sergi 17 Aralık’a kadar pazar günleri hariç, haftanın her günü saat 10.00-18.00 arası açık, ancak davetiyeli olarak ziyaret edilebiliyor.
Tavsiye ederim...
Anlayanlar kadar, benim gibi pek anlamayanlarınız da bu sergiden çok keyif alacağınızdan eminim...


Hayat Nedir?..

Hayat; çetele tutmak değildir.
Seni kaç kişinin aradığı, kiminle çıktığın, kiminle evli olduğun demek de değildir.
Kimi öptüğün, hangi sporu yaptığın veya kimlerin seni sevdiği de değildir.
HHH
Hayat; ayakkabıların, saçın, derinin rengi, nerede yaşadığın veya hangi okula gittiğin de değildir.
Aslında hayat, notlar, para, giysiler, girmeyi başardığın ya da başaramadığın okullar da, çalıştığın işler de değildir.
Hayat; çok arkadaş sahibi olmak ya da yalnız olmak, kabul görmek ya da görmemek de değildir.
Hayat bunlar değildir.
* * *
Ya nedir?
Hayat;
Kimi sevdiğin ve kimi incittiğindir.
Kendin için neler hissettiğindir.
Güven, mutluluk ve şefkattir.
Arkadaşlarına destek olmak ve nefretin yerine sevgiyi koymaktır.
* * *
Hayat;
Kıskançlığı yenmek, önemsemeyi öğrenmek ve güven geliştirmektir.
Neler söylediğin ve ne demek istediğindir, söylediklerinin arkasında durmandır.
İnsanların sahip olduklarını değil, kendilerini, olduğu gibi görmektir.
Her şeyden önemlisi; hayatını, başkalarının hayatını olumlu yönde etkilemek için kullanmayı seçmektir.
İşte hayat, bu seçimlerden ibarettir.
Ve;
Şerefle bitirilmesi gereken en asil görev, hayattır.
Bir lokma ekmek için şerefini çiğnetmeye...
Bir anlık eğlence için servetini tüketmeye...
Bir zamanlık mevkii için el ayak öpmeye, insanları ezip geçmeye...
Günlük menfaatlar için onurunu terk etmeye...
Bir kısım insanlara kızıp, tüm insanlara düşman olmaya değmez bu hayat...

GÜLMEK SAĞLIKTIR

Bir onu yapmadılar

Yaşlı hasta kadına teşhis konulamıyordu.
Asistanların biri gidip diğeri geliyordu.
Derken profesör muayene geldi ve asistanlarına sordu:
- Radyolojik tetkikler tamam mı?
Sonuçlar, hocaya gösterilir.
- EKG çekildi mi?
O da tamamdır.
- Emar çekildi mi?
Çekildi efendim.
- Anjiyo sonuçları nerede?
Burada hocam.
Profesör yine sorar:
- Skener oldu mu?
Yaşlı kadın, dayanamaz:
- Bir onu yapmadılar doktor bey!

Temel’in sevgilileri
Temel’in üç sevgilisi vardır.
Biri öğretmen, biri doktor, biri de santralcıdır.
Fakat öğretmenle evlenmeye karar verir.
Bunu bilen arkadaşı, “Neden öğretmen?” diye sorar.
Temel, arkadaşına döner:
- Ula bilmez misin doktorlar, ‘Bugün git, yarin gel” derler.
Santralcı da “Şu an meşgul, daha sonra tekrar deneyin” der.
Ya öğretmen ne der?
Hadi bir daha tekrarlayalım!
Hayat Nedir?.