GAVURDUK, şimdi olduk faşist!..
Peki ne yapacaktık beyler?
Otuzbinden fazla insanın ölümüne doğrudan ya da dolaylı olarak neden olan bir bölücübaşı teröristin posteri İzmir caddelerinde sloganlar atılırak dolaştırılırken ya da kanlı terör örgütünün bayrağını açıp korna çalan araçları alkışlayacak mıydık?
Balkonlara çıkıp protesto için tencere-tava çalmayıp da, “İzmir’e ne iyi ettiniz de geldiniz” diye gül mü atacaktık?
Bazı meslekteşlarım yorum yapıyorlar: Gelene taş atmak, küfür etmek, hangi akla hizmet etmekmiş?
Doğru da ben de onlara soruyorum;
Efendiler, bırakın artık bu “entel -dantel” demokratik havaları...
Onlar taş bile atmıyorlar; benim vatan evladımı pusuya düşürdüklerinde, karakollara saldırdıklarında ya da masum insanların içinde yolculuk yaptıkları araçlara “kurşun sıkıp, bomba atıyorlar, bomba!..”
DTP’nin ve PKK’nın bayrağını yakmak çok ayıpmış; İzmir’e yakışmazmış...
İyi de Türk Bayrağımızı yakıp, çöp diye köşeye attıklarında neden susuyorsunuz; gıkınız çıkmıyor?
İzmir, İzmirliler, gereğini yapmıştır.
İzmir ve İzmirliler faşist değil, asıl bu kente bu yakıştırmayı yapanlar “etnik faşisttir..”
Şovenlik falan yapmıyorum.
Ne Ahmet Türk ne de bir başkası...
Bebelerin, gencecik insanların, kendi insanlarının kanlı katilini “kahraman” diye İzmir sokaklarında dolaştıramaz.
Cüret ederse, alacağı cevap budur...
Bu bir tepkidir...
Yermek, eleştiri yapmak yerine, alkışlanmalıdır.
Türkiye bugün toprak bütünlüğünü, laik Türkiye Cumhuriyeti’ni, Atatürk’ün ilke ve devrimlerini kaybetmek gibi bir süreç içine girdiyse, bu tepkisizliğindendir. Suskunluğundandır...
İzmir’de gelip, kanlı bölücübaşının İmralı’da 6 metrelik bir odaya hapsedildiğinden şikayet edenler; nasıl oluyor da iki metrekarelik toprağın altında yatan onbinlerce şehidimizi ya da kendi gençlerinizin cansız vücutlarını görmemezlikten gelebiliyorsunuz?
Bu kadar mı insanlığınızı unuttunuz?
Sonuç olarak, gavur da olduk, faşist de...
Ama bilin ki İzmir’in tepkisi bir mesajdır.
Hem de anlamlı ve üzerinde ciddi olarak düşünülecek bir mesaj!..
Suçlu kim; kazanan mı, kaybeden mi?
ÇİĞLİ’DE, genel merkez adına hareket ettiklerini empoze edenlerden tutun da, il başkanı, büyükşehir belediye başkanı ve kendi adamını Başkan yapmaya çalışanların tüm oyunlarını, oyunla bozan ve Ensari Bulut’un koltuğuna oturan Metin Solak’a kimsenin kızmaya hakkı yok.
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, sakın ola, onun-bunun dolduruşuyla hiddetlenip, Solak’ı disipline gönderip partiden atmaya kalkışmasın.
Yanlış yapar...
Çünkü suç başkan Metin Solak’da değil, onu Çiğli’de AK parti ile işbirliği yapmaya zorlayanlardır.
Yirmi kişiyi yönetememenin acizliğini, “Yok kafama kurşun sıkar giderim”, “Beni zorlamayın, adaylıktan vazgeçmem, pencereden kendimi atarım” gibi Türk filmi haline getirmeyin.
Adam ne diyecek kardeşim?
Sen Ensari Bulut’un son aylarında Çiğli Belediyesini başkanvekili olarak teslim etmişsin, “yönet burayı” diye yetkilendirmişsin, sonra kalkıp, “sen değil, Şeref Bektaş Başkan olsun” diyorsun..
Var mı böyle bir şey?
Adam “kafama sıkarım ama vazgeçmem” de der, “Israr etmeyin, kendimi buradan atarım ama adaylığımı çekmem” de der.
Tekrar ediyorum; sakın ola Deniz Bey’e yanlış yaptırıp da Metin Solak’ı CHP’den ihraç ettirmeye kalkışmayın.
Bu Solak’ı, AK Parti’nin kucağına itmek; Çiğli’de 29 Mart’ta kazanılan seçimi, AK Parti’ye tepsi içinde sunmak,”Ben beceremedim, buyrun siz becerdiniz” demek olur.
Suçlu kim? diye bir sorun...
Belediye Başkanlığı avuçlarının içindeyken kaçmaması için çaba veren ve kazanan Metin Solak mı?
Böyle bir gelişmeyi görmemezlikten gelip, 20 kişiye sahip çıkamayan, söz dinletemeyen ve CHP’yi İzmir’de “komik” ve “basiretsiz bir parti” haline getiren İl Başkanı, İl Sekreteri ve yönetim kurulu üyeleri mi?
Karar verin ve suçlu kimse, cezalandırmak için gereğini yapın...