Cumhurbaşkanı Erdoğan, Radyo Televizyon Gazetecileri Derneği’nin (Gazeteciler Cemiyeti neyine yetmiyor radyocu ve televizyoncu kardeşlerimizin?) ödül töreni gecesinde, Türkiye’ye yönelik dış yayınlarının objektiflikten uzak olduğunu söyledi, “Türkiye’nin başarıları kasıtlı bir şekilde görülmüyor” dedi.
Cumhurbaşkanının bu sözlerinin henüz Londra, Paris ve New York’ta yayın yönetmenlerinin kulağında çınlamayı sürdürdüğü ertesi gün, iki büyük gazetede, Washington Post’ta ve Londra’da The Times’da, iki makale yayınlandı. “Makale” kelimesi, bu yazıları nitelemek için kullanılamaz. Bu iki yazı da herhangi bir Türkiye düşmanı Birleşik Arap Emirliği veya Yunanistan kaynaklı trolün, 240 karakterlik nefretinin uzun şekliydi. Yazarının nefreti, öfkesi ve Erdoğan düşmanlığının kâğıt üzerindeki yansımasından ibaretti.
Washington Post’taki yazıda, Erdoğan’ın otoriteryan (yetkeci) yönetiminin Batı’da sanıldığı gibi kolayca kök salamayacağı, derinleşemeyeceği belirtiliyor; yerlerine kayyım atanan üç belediye başkanıyla ilgili karara “tüm Türkiye’de gösterilen karşı koyuşun ve direnişin” kanıt olduğu öne sürülüyordu. Yazı, bazı üniversite mensuplarının imzaladığı ve “Barış Akademisyenleri Bildiri” alarak bilinen belgede imzası bulunan birkaç kişinin ifadeleriyle devam ediyordu.
Londra’daki yazı da Erdoğan’ın “Karadenizli bir kaptanın oğlu iken nasıl yükseldiğinin hikâyesini” anlatıyor. Karadenizli kaptanların çocuklarının yükselmemesi ve onların da babaları gibi mesela küçük tekne kaptanı olarak kalmaları gerektiği çarpık inancı ve bariz yalanları bir yana, Erdoğan popülizmle bir yandan diktatörlükle itham ediliyor. Popülizmin halk iradesinin egemenliğinde nihai aşamalardan biri olduğunu bile hatırlamayan yazar, Erdoğan’ın şahsına düşmanlığını o kadar ileri götürüyor ki onun, ülkeyi askeri vesayetten, yetkisini halk iradesinden almayan kendi üyelerini kendisi atayan bir takım kurulların seçilmişlerin siyaseti üzerindeki veto yetkisinden kurtaran bir halk devriminin lideri olduğundan tek kelime söz etmiyor.
Yazar yazmış diyelim! Ya yayıncı ne yapıyor? Yazıyı, Erdoğan’ın askeri şura üyeleri ile Anıt Kabir ziyaretinden bir fotoğrafla süslüyor. Ortada (yazıda ‘uzun adam’ diye adeta fiziği hafife alınan) Erdoğan ve çevresinde üniformalarıyla etkili bir grup oluşturan şura üyeleri, Türkiye’yi yöneten ekip olarak algı malzemesi yapılıyor.
The Times editörü John Witherow kendisini gazete yayınlıyor sanabilir. Ama Murdoch’un arzu ettiği her şeyi yayınlamanın ve önlerine uzatılan her herzeyi sayfaya koymanın gazetecilik olmadığını bilmesi gerekir.
Ondan önce o koltukta oturanlar, babası taka kaptanı olanların da artık eh azından John Fiske’leri okuduğunu ve fotoğrafla algı yönetiminin ne olduğunu anladıklarını biliyorlar ve dikkatli davranıyorlardı. Ama kapitalizmin gazeteciliği ayağa düşürmesi süreci, Pazar ilavesi editörü John Witherowların Times’ı yönetmelerine imkân veriyor.
Sonra da biz bunlardan objektif yayın bekliyoruz. Daha çok bekleriz.
Özay Şendir
Öğretmenlik ve sosyal statü
24 Kasım 2024
Didem Özel Tümer
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’dan ABD’ye YPG mesajı: Sineye çekmeyeceğiz
24 Kasım 2024
Abbas Güçlü
Öğretmenler neden mutsuz?
24 Kasım 2024
Zeynep Aktaş
Her şey faizlere kilitlendi
24 Kasım 2024
Ali Eyüboğlu
Aşkın Nur Yengi: ‘‘Rekabet derdimiz yoktu’’
24 Kasım 2024