İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı İtamar Ben-Givr, kabinesi güvenoyu aldıktan hemen sonra, koşa koşa Müslümanların en kutsal üçüncü yeri Harem-üş Şerif’e gitti. Ama ne gidiş! Önce çok sayıda İsrail askeri, daha önce de yaptıkları gibi, El Aksa Camii’nin de içinde bulunduğu alanda saygı kurallarını dikkate almadan, her binayı işgal ettiler.
Şöhreti, El Halil kentindeki İbrahim Camii’nde namaz kılan 29 Filistinliyi öldüren ABD’li Koch Hareketi mensubu terörist Baruch Golstein’in portresini evine asmaktan gelen Ben-Gvir’in koalisyona girmesi, Ortadoğu’nun geleceği açısından belki de son yılların en önemli olayıdır. Benyamin Netanyahu’nun tekrar başbakan olabilmek için, şeytan ile izdivaca bile razı olduğunun işareti, parlamentoda altı üyesi bulunan Yahudi Gücü partisine üç, bir üyesi bulunan Ortodoks Yahudilerin partisi Noam’a bir bakanlık vermesiydi. Netanyahu’nun kendi partisi Likud da ülkenin en liberal partisi değildi ama bugüne kadar bağımsızlarla, hatta sol İşçi Partisi’yle koalisyonlara girerek, uluslararası bir saygınlık kazanmıştı. Yeni hükumet, 120 üyeli parlamentoda 64 sandalye kazanan 6 partinin ittifakıyla oluştu. Likud hariç, diğer bütün partilerin isimleri Tevrat’tan alınma; hepsi sadece Musevileri temsil ettiğini açıklamış kurumlar. Bu ittifak 4 üye daha az kazansaydı, Yair Lapid, küçük partilerle ve Araplarla yeni bir koalisyon kurabilirdi.
Ancak, koalisyonlardan bıkan büyük çoğunluk, seçimlere ittifak halinde giren 6 partiyi az farkla da olsa iktidara getirdi. Eski koalisyonun sandalye sayısı 50’de kaldı. Sağ eğilimli olmakla birlikte Netanyahu’nun ittifakına katılmayan Avigdor Lieberman’ın Ulusal Liberal Partisi’nin de 6 milletvekilini bir kenara yazmak gerekir.
Bu sayıları kaydetmemin sebebi, Netanyahu’nun İsrail’de ve işgal altında tuttuğu Arap topraklarında adeta savaş çıkartmak için kurulmuş kabinesinin, öyle sanıldığı gibi büyük bir ulusal ittifakı temsil etmediğini göstermek içindir. Amerika’nın en katı İsrail yanlısı dış politika düşünce kuruluşu Dış İlişkiler Konseyi’nin yayın organında bile şu satırlar çıktı:
“Netanyahu iktidara bir misyonla döndü: Amacı, Ortodoks Yahudiliği insan haklarının önüne geçiren, Arap yurttaşlarını düşman ilan eden, bağımsız yargıyı ve bugüne kadar kurulmuş denge-fren sistemini yok etmeyi amaçlayan açıkça ırkçı otoriter bir devlet kurmaktır.”
Bu ifadeleri, İsrail’in bu kez, en büyük müttefiki ABD’yi de arkasında bulamayacağı şeklinde yorumlamak mümkün.
Ancak, Netanyahu’nun ortaklarına “dinci” denmesinin de bir sebebi var: Bu partiler kendilerine göre yorumladıkları Tevrat emirlerine göre bir siyasal sistem oluşturmak istiyorlar ve bunun için ilk günden kolları sıvadılar. Ben-Gvir’in Harem-üş Şerif baskını sadece bir göstergedir. Aynı partiden Zvika Fogel, yemin töreninde “Bugünden itibaren işgal altındaki Arap toprakları İsrail’e ilhak edilmiştir!” diyecek kadar ileri gitti. Turizm Bakanı (Likud üyesi) Haim Katz, işgal altındaki Batı Şeria’yı bir bağ cenneti haline getirerek yerleşime açacağını ilan etti. Bakanın unuttuğu, Batı Şeria’nın başka bir ülkeye ait olduğu ve şu anda gerçek sahiplerinin orada yerleşik bulundukları idi.
Elbette ne Netanyahu ne de bakanları bu gerçekleri unutmuş değiller. Ama korkarım siyasal hırsın dini bağnazlıkla birleşince ne gibi felaketler getirebileceğini hep birlikte yeniden öğreneceğiz.