"Kuzey" demedim… Kıbrıs’ın kuzeyindeki bu Türk devleti, Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) üyesi Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkiye gibi bir devlettir ve şimdi Macaristan ile Türkmenistan gibi örgütün gözlemci üyesidir.
Tanınmaya doğru giden yol, bu tür “gözlemci üyelik” aşamasından geçiyor. Kıbrıslı Türklerin devletinin talihsizliği, bu aşamanın daha erken başlaması için gereken diplomatik girişimlerin yapılmamasıydı. Bu girişimlerin de özellikle 2. Dünya Savaşı sonrası dönemde, ülkelerin askeri yöntemlerle başka ülkelere müdahalesi sonucu ortaya çıkmış ülkeler söz konusu olduğunda başarı şansı çok zayıftı.
1980’lerde Türkiye, Kıbrıs Türklerinin içinden geçtiği ateş çemberinden kurtulmasının verdiği aşırı heyecanla diplomasiye önem vermedi. Kaldı ki, o dönemde “Türk diplomasisi” bir lisenin münazara ekibinden daha etkili olabilecek konumda değildi. Alman generali ve askeri dehası Carl von Clausewitz’a atfedilen bir söz vardır:
“Diplomasi, askeriyenin uzantısıdır.”
Belki Prusyalı General zamanında güç, sadece askeri eylemle sağlanıp korunuyordu ve henüz “soft power” (yumuşak güç) kavramı “hard power” (sert güç) kavramından ayırt edilmemişti. Ama bugünün kavramlarıyla ifade edecek olursak, bir ülkenin diplomasisi, o ülkenin yansıttığı güç kadar etkilidir. 1960’da Yunanistan’ın karasularını 3 milden 6 mile çıkartıp Ege’nin yüzde 48’ini Türkiye’ye yasaklamakla sonuçlanan kararına karşı, Türkiye, diplomatik hiçbir başarı elde edememiş, sadece aynı kararı alarak güya misillemede bulunabilmişti. Yunanistan’ın İstanbul’dan İzmir’e gidecek yolcu vapuru için Atina’dan izin almayı gerektirecek 12 mil girişimine karşı ise ancak savaş tehdidiyle engel olunabilmişti.
Özal’lı yılların edimlerine, bir kesintiden sonra eklenen son 20 yılın kazanımları eklendiğinde dost-düşman, Türkiye’nin artık soft-hard farkı gözetmeksizin güçlü devlet olduğunu görür oldu. Libya ile batı Akdeniz’in neredeyse tümünü arama-sondaj gemilerimize açan anlaşmadan sonra Türkiye, Cezayir ile bölge ülkelerinde faaliyet gösterecek ortak bir petrol ve doğal gaz arama şirketi kuruluyor. Bu teorik olarak zihninizde canlandıracağınız, kâğıt üzerinde kalan bir güç değil, sahaya yansıyan, milletlerin hayatlarını etkileyen bir güçtür.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, KKTC’nin TDT’ye gözlemci üye olarak kabul edildiğini duyururken, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın BM’deki tarihi çağrısına ve Türkiye’nin üye olduğundan bu yana, ilk kez BM’de üye ülkelerin yıllık konuşmalarında yer aldığına atıf yaptı. Genel Sekreter Guterres, “BM’deki görev yılları boyunca övündüğü tek işin, Türkiye ile işbirliği yaparak Karadeniz tahıl koridorunu açmak olduğunu” söyledi.
KKTC’nin küresel bir tanınmaya kavuşması zaman alacaktır elbette. Ancak geçecek zaman içinde bu gaye, gerilemeyecek, tersine her gün ileri gidecektir. 1960’da, “Ya taksim ya ölüm!” diye haykıran Kıbrıs Türkü’nün ideali, Türkiye’nin yansıttığı güç ve bunu en usta şekilde eyleme dönüştüren diplomasimiz sayesinde, onurlu bir tarzda, gerçekleşecektir.