Beşar Esat’ın ülkesinin tek parça olarak devam etmesi için önünde tek yol görünüyor: İran’ın kuyruğunu bırakıp, Türkiye’nin eline yapışmak.
Suriye’nin fiilen üçe bölündüğünü ve bunun resmi olarak ilan edilmesinin an meselesi olduğunu bütün Orta Doğu, AB ve Amerika idrak etti; sadece Tahran’daki mollalar ve onların Dımışk’taki çömezleri anlamadı. PKK, Beşar için de, babasına olduğu gibi, yabancı değildir. Bölücü terör örgütünün elebaşısı, bebek katili Abdullah Öcalan, 1979’da Suriye’ye kaçtı ve Ekim 1998’de hükûmet tarafından sınırdışı edilene kadar, Şam ve çevresinde gizlendi.
Önce Hafız Esat, sonra da oğlu Beşar, sadece PKK’ya değil bir çok terör örgütüne ev sahipliği yaptı. Uzun yıllar Suriye denetimindeki Lübnan’ın Beka Vadisinde DHKP-C (Devrimci Halk Kurtuluş Partisi Cephesi), DHKP-C Silahlı Propaganda Birlikleri, TKP Kıvılcımlı Grubu, Türkiye Devrim Partisi, TIKKO ve hatta Ermeni terör örgütü Asala, Suriye tarafından bakılmış, eğitilmiş ve beslenmişti. PKK ise Lübnan’da değil Suriye topraklarında konuşlandırıldı ve 2002’de PKK’nın kendisini feshedip yerine kurduğu Kürdistan Demokratik ve Özgürlük Kongresi (KADEK), Şam’da bizzat BAAS rejimi tarafından korundu-kollandı. (PKK da KADEK de AB ve ABD’nin terör örgütleri listesindedir.)
Ne var ki PKK kendisini besleyen eli ısırmakta tereddüt etmedi; ABD’nin, Irak savaşından sonra ülkeyi üç idari bölgeye ayırmasından kendisine ders çıkartarak, Suriye’de önce Demokratik Birlik Partisi (PYD) adıyla bir siyasal örgüt, sonra Halk Koruma Birlikleri (YPG) adıyla bunun silahlı kanadını kurdu. (Hatırsanız, ABD Özel Kuvvetler Komutanı Orgeneral Raymond Thomas, bu iki örgütün PKK ile ilişkisinin gözlerden gizlenmesi için, Suriye Demokratik Güçleri adını almalarını sağladığını açıklamış, “İsimdeki ‘demokratik’ kelimesini ben önermiştim” demişti. Şimdi bu kisveler altındaki PKK, Suriye’nin üçte birini işgali altında tutuyor ve Rojava adı altında örgütlediği Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin resmen bağımsızlık ilanı için Amerika’dan işaret bekliyor. Suriye’nin diğer üçte biri, Suriye’de iç savaşın başladığı 2011’den bu yana Esad’ın Şia diktasına muhalif kuvvetlerden oluşan Özgür Suriye Ordusu tarafından (ÖSO) kontrol ediliyor. Ülkenin Şam ve çevresindeki geri kalan bölümü ise İran’ın vekalet örgütü Hizbullah ve kalan bir avuç Baas ordu birliklerinin denetiminde.
Esat’ın halkın demokratik taleplerine karşı kendi halkını uçaklarla bombalamasından sonra çıkan iç savaşta 8 milyon Sünni Türkiye, Irak ve Ürdün’e sığındı. Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunabilmesi, bu sığınmacıların ülkelerine dönmesine ve ÖSO’nun, Suriye Milli Ordusu olarak tanınmasına bağlı.
Türkiye bir taraftan PKK’nın Suriye’deki siyasal ve idari yapılanmasına karşı Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatları ile mücadele ederken, diğer taraftan Beşar Esat’ın ülkesinde siyasal özgürlük getirmesi için ona yardım elini uzatıyor. Peki, Esat ne yapıyor?
Yıllar geçiyor ama Esad rejiminin yaklaşımını değiştirmeye veya kapsamlı bir çözüme girme niyetinde olmadığı anlaşılıyor. Esat’ın siyasi grupları manipüle etmek için kullandığı temel yöntem, siyasi tutuklulara ve askerlik hizmetinden kaçan erkeklere af tanıyan kararnameler çıkarmak. Rejim 12 yılda 24 kararname ile rejimin askeri ve siyasi baskısından kaçanlara adil bir geri dönüş imkanı sağlamak yerine siyasi tavizleri sürekli erteleme oyunu oynuyor. Esat, böylece uluslararası toplumu aldatabileceğini sanıyor.
Esat’ın önündeki tek realist yol, şart sürmeyi bir kenara bırakarak, Türkiye’nin uzattığı barış elini tutmaktır. “Türklerle ancak askerlerini geri çekerlerse görüşürüm” diyen Esat’ın anlaması gereken gerçek şudur: Türk askerleri sadece PKK terörizmini Türkiye sınırlarından uzak tutmuyor; Suriye’nin toprak bütünlüğünü de teminat altında tutuyor.
Esat (veya onun Tahran ve Moskova’daki hamileri) bilmelidir ki, Türk askeri çekildiği anda ABD, PKK devletine bağımsızlık ilan ettirerek, bildiğimiz Suriye’nin varlığına son verecektir.