Kimi “müdahalesiz”, kimi “işlemesiz tarım” diyor. Sistem, toprağın hiç işlenmemesini veya en az düzeyde işlenmesini içeriyor.
Hangi çiftçiye dokunsanız aynı ahı işitiyorsunuz epeydir; mazota, gübreye, pestisite yetişemiyoruz.. Özellikle döviz kuru artışı sonrası bu yakınma, daha da arttı. Gelir-gider dengesizliği nedeniyle zarar eden üreticiler var. ‘Çiftçi gübre alıp arazisini ekemedi, bahçesine ilaç (pestisit) atamadı’ haberleri de cabası. Tarladaki durum aşağı yukarı böyle. Peki bu kader mi?
Hayır değil! Aslında çözüm, bir şey yapmayı gerektirmeyecek kadar basit; toprağı kendi haline bırakmak... Evet bugün dünyada yeni trend bu. “Korumalı tarım sistemi” olarak anılıyor. Kimi “müdahalesiz”, kimi “işlemesiz tarım” diyor. Sistem, toprağın hiç işlenmemesini veya en az düzeyde işlenmesini içeriyor. Ve hızla yayılıyor. ‘70’li yıllarda 2.8 milyon hektar alanda uygulanırken, günümüzde 160 milyon hektarı aştı. İlginin nedeni salt, mazot-gübre-pestisitin yarattığı maliyet değil. Asıl sebep; mevcut tarım yönteminin toprağı, fiziksel ve kimyasal olarak mahvetmesi. Çünkü konvansiyonel tarım, topraktaki organik maddeyi bitiriyor. Bu da daha fazla gübre ve zehir kısır döngüsünü başlatıyor. Günün sonunda fayansa dönmüş verimsiz ve hastalıklı bir toprak kalıyor geriye.
Müdahalesiz tarım ise, adeta ekolojik mucize yaratıyor. Organik madde artıyor, solucan popülasyonu çoğalıyor, azot, fosfor ve potasyum miktarı yükseliyor, su tutma kapasitesinin artmasıyla erozyon önleniyor. Ayrıca, küresel ısıtmanın yüzde 30’undan sorumlu tarım kaynaklı sera gazı emisyonu da düşüyor. Zira ortada ne gübre var ne mazot. Hesaplanan yakıt tasarrufu dönüm başına 30 liradan fazla. İş gücü ihtiyacı da yüzde 50 azalıyor. Ekonomik olarak çok kârlı. Peki ya verim?
Araştırmalara göre verimde de yüzde 30 artış var. Hem de bu çalışmalar, Türkiye kaynaklı. Özellikle kurak dönemde verimin, dekar başına 50-100 kilo daha fazla olduğu saptandı. Artık daha az harcama ve daha az emekle daha fazla ürün alınabildiğini Haymana’daki 10 yıllık buğday çalışmasından biliyoruz. Buna karşın hâlâ, tonlarca yakıtla arazileri sürüyor, topraktaki ekosistemi bozguna uğratıyoruz. Sonra da besleyici olabilsin diye yine tonlarca kimyasal gübreyi toprağa boca ediyoruz. Yıktığımız ekosistemin yarattığı hastalık ve zararlılara karşı da yine kimyasal zehirlere para veriyoruz.
Bunun farkına varıp, bu kaderi değiştirenler yok değil. Mesela bilişimci çiftçi Mehmet Gürmen. Gökçeada’da bu yıl az işlemeyle buğday ekti. Atalık tohumlar; karakılçık, sarı buğday, akbaşak ve kızılcayı toprakla buluşturdu. Sonucu da şöyle duyurdu: “Kimse gübresiz olmaz diyenlere inanmasın, bu buğdaylar 1’e 7, 1’e 10 verdi. Hayvan gübresi dahil hiçbir girdi kullanılmadı. Doğaya ve berekete güvenme zamanı artık.” Gürmen’in de nihai hedefi, anıza ekim yaparak mühahalesiz tarıma geçmek. Ürettiğini değerinde satmanın çiftçi için hayati olduğunu söylüyor: “Buğdayı kilosu 1.5 liradan toptancıya veriyor çiftçi. Ben tam buğday ununa dönüştürüp 8-10 liraya doğrudan pazarlıyorum. Yeni dönemde sadece üretim değil pazarlama sorumluluğunu da almak gerekiyor. Çiftçinin tüccara teslim olmaması, interneti kullanarak aracısız pazarlamanın yollarını araması gerek.”