Deniz Kaplumbağaları Araştırma Merkezi ölü bir yeşil deniz kaplumbağasının midesinden çıkan poşet, ambalaj ve misina parçalarının görüntüsünü paylaştı.
Görmüş olduğunuz fotoğraf bir hayvan nekropsisine ait. Ölü bir yeşil deniz kaplumbağasının midesinden çıkanlara bakıyorsunuz. Poşet, ambalaj ve misina parçaları... Yemek diye yutmuş yavru kaplumbağa bu plastik atıkları. Aslında ortalama yaşam süresi 150 yıl. Ama henüz 5’li yaşlarında hayatını kaybetmiş. Bu fotoğraf, yeryüzünün en tehlikeli türü; insanın, kaplumbağaların ölümündeki parmak izinin kanıtı. Ve maalesef nadir rastlanan bir görüntü de değil.
Dalyan’daki Deniz Kaplumbağaları Araştırma Merkezi görevlileri bu görüntüye alışık. Son bir yılda 100’den fazla ölü kaplumbağanın mide ve bağırsaklarından bu tip atıkların çıktığını söylüyor DEKAMER Müdürü Prof. Dr. Yakup Kaska:
“Ama bu denli küçük bir bireyden bu kadar çok parça çıkmasını biz de garipsedik. Bu hayvan aslında otçul. Deniz çayırlarıyla besleniyor ama o tür bitkileri yemesine rağmen bu kadar plastiğe maruz kalması bizi şaşırttı. Yoksa zaten, deniz anası yiyen bir kaplumbağanın, plastik poşeti deniz anası zannederek yediğini biliyoruz. Plastik atıklar, ciddi sayıda ölüme neden oluyor. Hayvanları kesip baktığımızda içlerinde plastik poşet, bira kutusu, misina ve olta parçaları görüyoruz. Yaralı hayvanların dışkılarında da varlar. Atıklar, bağırsağı tıkıyor, sindirim sistemini bozuyor. Bağırsağı düğümlenen hayvan acı içinde ölüyor. Misinalar mesela... Balık tutanlar düşünmeden kopan parçaları denize bırakıyor ama iki metrelik bir misina hayvanın kolunu kangren yapıp koparabiliyor.”
Plastiğin balina ölümlerine neden olduğunu daha önce de yazmıştık. Hatta o yazıda, deniz kaplumbağalarının 25 yıl öncesine göre iki kat daha fazla plastik yuttuklarına dikkat çekmiştik. Bu fotoğraf, sorumlusu olduğumuz plastik kirliliğin, yerel ölçekte ulaştığı boyutu göstermesi açısından da çarpıcı. Sadece okyanus değil, kıyılarımız da atık tehdidi altında. DEKAMER’in çalışmaları bunu kanıtlıyor. Prof. Kaska, “Plastik kullanımını azaltmak için hızla harekete geçmeliyiz” çağrısında bulunuyor. Mesela plastik poşetler... Poşet kullanımını azaltmak için illa poşetlerin ücretli hale gelişini beklemeye gerek yok. Aslında bu uygulama için 2019 yılını beklemeye de...
Organik dünyaya yeter mi?
Yıllardır süregelen tartışma şu: Organik/geleneksel yöntemlerle yapılan tarım, dünyayı doyurabilir mi? “Yeşil devrim” olarak lanse edilen endüstriyel tarımın savunucuları, hep bunun mümkün olamayacağını savundu. Onlara göre, pestisit, kimyasal gübre, hibrit tohumlar ve genetik müdahale olmazsa insanlık açlığa mahkum olur.
Çünkü dünya nüfusu sürekli artıyor ve bu nüfusu besleyebilmek için hektar bazında verimi artıran kimyasal müdahalelere ihtiyaç var.
Organik tarımı savunanlar ise, endüstriyel tarımın hem iddia edildiği kadar verimli olmadığı hem de doğal kaynaklarda geri döndürülemez tahribatlar yarattığı görüşünde. Onlara göre, kimyasala bulanan toprak, zamanla mineral değerini yitiriyor ve çoraklaşıyor. Yine su kaynakları da gübre ve pestisitler nedeniyle zehre dönüşüyor. Geri döndürülmesi oldukça güç olan bu süreç, sürdürülebilir bir üretimi ortadan kaldırıp gelecekte daha büyük bir gıda yoksunluğu riskini yaratıyor. Ayrıca, ürün kaybının önlenmesi için devreye sokulan kimyasallar da gıdaların besin değerini ortadan kaldırıyor, hastalıkları artırıyor.
Organik cephesi bu tartışmada kendilerinin haklı olduğunun son yapılan araştırmalarla kanıtlandığını belirtiyor. Buğday Derneği’nin son paylaşımı bu yönde: “ABD’deki Rodale Enstitüsü’nün karşılaştırmalı verimlilik araştırmaları konvansiyonel/endüstriyel tarımın, organik tarımdan daha verimli olmadığını kanıtladı. Enstitünün raporuna göre, kurak geçen yıllarda organik mısırın verimi, konvansiyonele göre yüzde 31 daha fazla. Atatürk Bahçe Kültürleri Merkez Araştırma Enstitüsü Sebzecilik Bölümü de beş yıl inceledikleri pırasa tohumunda benzer bir sonuca ulaştı. Araştırma kuruluşu FiBL de tüm tarım alanlarında organik üretime geçilmesi halinde 2050 yılında tamamlayıcı bazı faktörlerle birlikte organik tarımın dünyayı doyurabileceğini açıkladı. Hatta dünya nüfusunun beslenebilmesi için, mevcut tarım arazilerinin yüzde 60’ında organik üretime geçilmesi yeterli.”
Tabii, üretilen gıdanın üçte birinin çöpe gittiği ve Türkiye’nin 2080 yılında bugünkünden yüzde 15 daha az tarımsal üretim yapacağı öngörüsünü
de belirtmekte fayda var.