Gürkan Akgüneş

Gürkan Akgüneş

gurkan.akgunes@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

14 yıl önce yerleştikleri Alakır Vadisi’nin koruma alanı ilan edilmesine katkı sağlayan çevreci çift, öğrenmeye topraktan başladıklarını anlatıyor.

Türkiye çevrecileri için iki tanıdık isim Birhan Erkutlu ve Tuğba Günal. The Guardian ise onların saygı uyandıran “ün”üne uluslararası bir boyut kattı geçtiğimiz günlerde. Çiftin yaşadığı Antalya Alakır Vadisi’ne konuk olan İngiliz gazete, barışçıl doğa mücadelelerine yer verdiği çifti, “Gezegenin uluslararası 9 koruyucusu” arasında gösterdi. Tam da o günlerde Alakır Vadisi “koruma alanı” ilan edildi ve 9.2 milyon metrekaredeki canlı yaşamı bu kararla kurtuldu.

Haberin Devamı

“ŞEHİRDE KÜLTÜRLÜ YABANIN CAHİLİYDİK“

Birhan’ın o röportajda dile getirdiği “Biz burada olmasaydık bunların hiçbiri gerçekleşmezdi” ifadesi oldukça önemli. Suyumuza, toprağımıza, havamıza sahip çıkmamız gereken bir dönemdeyiz artık. Çift de bunun için, çevre bilincine sahip kentlilere kırsala taşınma çağrısı yapmış zaten o röportajda. Tabii onlar bunu 14 yıl önce gerçekleştirdi. İyi eğitimli, varsıl, kentli bireylerken, Alakır’da sıfırdan bir hayata yelken açtılar. Ama zaman içinde ne gibi zorluklarla karşılaştıkları ve nasıl bir dönüşüm yaşadıkları da bir şehirli için merak konusu. Bunu kendilerine sordum. En çok merak ettiğim de toprakla tanışmaları ve sonrasıydı. Ne öğretmişti toprak onlara?

“Topraktan öğrendik”

“Bizi bize tanıttı dürüstçe. Gerçekten kim olduğumuzu. Düşünce ve eylemlerimiz arasındaki tutarsızlıklarımızı. Ve ne kadar cahil olduğumuzu. Şehirde bize öğretilen bilgiler yabanda hiçbir işe yaramadı. Şehirde kültürlü olabilirdik ancak yabanın cahiliydik. Toprak, ev yapma, karnımızı doyurma ve içme suyumuzu çıkarma gibi en temel yaşamsal işleri öğretti bize. Yabanda cahil olduğunuzu kabul edip ona göre topraktan öğrenmeye başlamanız gerekiyor.

“ŞEHİRDE KÜLTÜRLÜ YABANIN CAHİLİYDİK“

Doğaya göçünce farklı biri olmuyorsunuz. Kim iseniz gerçekte onu taşıyorsunuz gittiğiniz yere. Ondandır şehir ya da doğa ayrımı yapamıyoruz. Hep öyle algılandı ama şehirden kaçmadık biz. Severek ve şükrederek ayrıldık. Çünkü artık bizi besleyemiyordu. Çeşmeleri kurutuldu. Su, plastik şişelerde satılır oldu. Bostanlar beton oldu. Sağlıklı gıdaya erişim yok oldu. Mahalle kültürü, komşuluk gibi önem verdiğimiz birçok değer gitti. Biz de düşündüğümüz gibi bir yaşam kurabilmek için göçtük. Çünkü tüketime odaklı bir yaşamda yerimiz yoktu artık. Doğayı koruyalım, emekçilerin haklarını savunalım derken, tüketmek zorunda bırakıldığımız ürünlerdeki doğa ve emek sömürüsünü bilmek bizi hasta edecekti. Dürüst bir yaşam mümkün görünmüyordu bizim için. Bu bizim seçimimizdi.”

Haberin Devamı

“Ekolojik ev diye beton dökmesinler”

Peki onlar gibi yabana göçmeyi düşünenlere ne diyorlar: “Kepçe ve betonla geleceklerse lütfen gelmesinler. Halihazırda betonla kaplanmış yerlerinde kalsınlar, bunu yabana taşımasınlar. Maalesef gördüğümüz bu. Kıra göçenlerin ilk işi kepçe ile araziyi darmadağın edip (düzlediklerini düşünüp) üzerine de çuvaldan, samandan, kerpiçten, taştan yaptıkları ‘ekolojik’ evlerinin temeline beton dökmek oluyor. Bu insanların çoğu sorulduğunda kepçelerin yarattığı yıkıma ve betonlaşmaya karşı durup kendini ‘çevreci’ diye tanımlayan insanlar. Dürüst bir yaşam kurmak için gitsinler kıra. Aksi durumda şehirdeki yaşantılarından da çok sıkıntı çekerler. Yoksa doğa aç ya da açıkta bırakmaz hiçbir canlıyı.”

Haberin Devamı

Çiftin, toprağa müdahaleye yönelik tutuculuğu, tarım deneyimlerine dayanıyor. Onlar da başta toprağı çapalayıp sürmüşler. Ama görmüşler ki bu, toprakta onulmaz bir yara açıyor. Konvansiyonel tarımın toprağa etkisini şöyle anlatıyorlar: “Önce bir yara açılıyor toprakta. Sonra o yaraya ekiliyor besin. Toprağın yarasını doğal olarak kapatmaya çalışmasına izin verilmiyor. Yaradan çıkan ürün zayıf olduğu için hastalanıyor ve her hastaya yapıldığı gibi direkt ilaçla tedavi edilmeye çalışılıyor. Halbuki önleyici hekimlik anlayışı olsa ne besinler ne de o besinleri tüketenler hastalanır.”

“ŞEHİRDE KÜLTÜRLÜ YABANIN CAHİLİYDİK“