Gerçekten buzağılardan çalacağımız süt için hayvanları sürekli gebe mi bırakıyoruz?
Oscar ödül töreninde En İyi Erkek Oyuncu ödülünü alan Joaquin Phoenix’in konuşması sarsıcıydı: “Feryatlarını duymamak imkansızken, bir ineği yapay olarak dölleyip yavrusunu çalma hakkını kendimizde görüyoruz. Sonra yavrusu için ürettiği sütü alıp kahvemize koyuyoruz.”
Sütünü, yemyeşil kırlarda otlayan mutlu ineklerin resmedildiği kutulardan içenler için rahatsız edici tabii bu sözler. Oysa Phoenix ve diğer veganlara göre, hayvancılığın perde arkası hiç de öyle yeşil değil. Peki gerçekten buzağılardan çalacağımız süt için hayvanları sürekli gebe mi bırakıyoruz? Aslında bu sorunun basit yanıtı “Evet”. Ancak “ama”sı da var. Bugün endüstriyel hayvancılıkta, süt verimi için ineklerin her yıl gebe kalması temel hedef. Ve bunun doğal yolla olması, çiftlik koşullarında pek mümkün değil. O yüzden inekler, kızışma dönemlerinde seçtikleri boğalarla değil, laboratuvarda hazırlanmış spermlerle dölleniyor. Ve o spermler de doğması istenen yavrunun cinsiyetine göre tasarlanıyor. Mesela süt besicileri inek istediği için, onların buzağıları dişi oluyor. Doğumdan sonra da çiftliklerde buzağılar, birkaç saat sonra annesinden ayrılıp, başka bir bölüme alınıyor. Ve anne sütünü sadece biberonda bir süreliğine içebiliyorlar. O sütün çoğunu ise insanoğlu içiyor.
Tablo hiç de siyah beyaz değil
Bu, birçokları için rahatsız edici olabilir. Ancak hayvan refahını önemseyen süt üreticilerine göre, tablo hiç de öyle siyah-beyaz değil. Mesela Silivri’deki Gündönümü Çiftliği’nin sahibi Aysun Sökmen. O da mevcut hayvancılığın ekosistemde büyük yara açtığı görüşünde. Ancak soya sütünün elde edildiği tarım şeklinin de masum olmadığını söylüyor: “Dolabınızda bekleyen patates de et kadar canlıdır. İnsanın proteini evcilleştirmesinin bedelini ödüyoruz aslında. Tek tip tarım ve hayvancılıkla toprağı, suyu kuruttuk, iklimi değiştirdik. Bu açıdan yatacak yerimiz yok. Sütte de mesele siyah beyaz değil. Griye giden bir yol var. İneği nasıl sağdığınız, dayak yiyip yemediği, su, gıda, hava ve sosyalleşme gibi haklardan mahrum kalıp kalmadığı önemli. Ahı alınmış sütle helal edilmiş süt kavramı var benim için. Önemli olan toprağın ve canlıların helalini alarak et süt üretebilmek.”
O sütte buzağının hakkını sorduğumda ise Sökmen, “Günde 60 kilo süt veren bir ineğin yavrusu sadece 4 kilo süt içiyor. Kalan 56 kiloyu ne yapacağız” yanıtını veriyor. Sökmen, şunlara dikkati çekiyor: “Sütü çalınsa zaten o buzağı ölür. O buzağının hakkı mutlaka veriliyor. Ben buzağımı daha uzun ömürlü olsun diye 4 ay sütten kesmiyorum. Çünkü 4-5 yaşında sağlığı bozulup gebe kalamaması, kesime gönderilmesi demek. Buzağının annesinden erken ayrılması da sıhhi açıdan faydalı. Gözlenmesi, kontrolü gerekir. Ama çiftlik altyapısı inekler içindir. Biz mesela beş gün anneyle birlikte tutuyoruz. Ancak sürekli ishal oldu buzağılar. Ayrıca her inekte annelik içgüdüsü olmuyor. Bu ıslahın sonucu olabilir. Buzağısını doğurup üstüne basan inek de gördüm, demirleri yıkıp yavrusunun yanına gideni de.”
Sökmen, yirmi yıldır ineklerle yaşıyor. Ama suni dölleme işlemi esnasında hiç feryat duymadığını söylüyor. Aksine suni dölleme sonrası ineklerde rahatlama yaşandığı gözlemini paylaşıyor: “Kızgınlık dönemlerinde inekler birbirinin üzerine atlıyor. Yaralanmadan boğalarla birleşmeleri için geniş alan gerek ama çiftliklerde öyle bir imkan yok. Ayrıca akrabalı üreme ve hastalık riski de var.”