Tekstil şirketinde çalışırken işi gücü bırakıp Trakya’ya giden ve çiftlik kuran Aysun Sökmen, “Kırsalda zamanı parayla satın alamazsınız. Şehirden uzaklaşmak isteyenler önce bir süre gönüllü olarak çiftçilik yapmalı” diyor.
Hava ısınıyor. Doğa yine rengarenk. Şehir ise tersine her gün daha da grileşiyor. En ufak tatilde herkes o grilikten kaçma derdinde. Özellikle büyük şehirlerde bu durum artık çok aşikar. Kır, her geçen gün daha da popülerleşiyor. Ama kırsalda sürekli yaşamak da önemli bir şehirli sorunsalı; acaba yapabilir miyim, tutunabilir miyim...
Bunu hayal eden birçok kişinin öncelikli “ama”sı da “Ne iş yapacağım?” sorusu. İlk akla gelen yanıt, tarım ve hayvancılık. Çiftlik kurmak tabii en romantik şehirli hayallerinden biri. Süt ve peynir satmak, kuşkonmaz yetiştirip, gezen tavuklarla mutlu mesut yaşlanmak... Ama tüm bunlar için ilk şart, şehirliyken köylü olmak. Peki, köylü olabilmek kolay mı?
Köylü olmak için 50 yıl
Bunu deneyimleyen Aysun Sökmen’e göre, en az 50 yıla ihtiyacınız var, 50 milyon dolara değil. Çünkü köylülük ve çiftçilik bilgeliğinin parayla satın alınamayacağını bire bir yaşamış Sökmen. Kendisi, bir tekstil şirketinde çalışırken 30’lu yaşlarda “Bu hayat bana göre değil” deyip kırsala gidenlerden. Öğretim görevlisi olan eşiyle birlikte Trakya’da Gündönümü Çiftliği’ni kurmuş. İstanbul trafiğinde iki saat kalıp birbirlerini çok kısa süre görmektense süt satıp ailece yaşamakmış amaçları.
Başlangıçta her şey çok planlıymış. İnekler alınacak, fabrikadan yemler gelecek, inekler o yemlerle beslenip, süt verecek... Ama köylü bilgeliği olmayınca başlangıç, hayal kırıklığı olmuş; inekler verem olmuş. Bu deneyim doğal döngüde üretime yönlendirmiş Sökmen’i. İneklerine kendi otlarıyla kendi toprağını meraya dönüştürerek bakmayı hedef koymuş ve 5 yıldır bu hedefin peşinde. Hem toprak hem de hayvan refahı açısından İstanbul’un hemen kıyısındaki çiftliğinde örnek işlere imza atıyor. Sütü de oldukça popüler. Siparişle evlere ruhsatlı çiğ süt ve peynir çeşitleri gönderiyor.
Aysun Sökmen, şimdi 13 yaşında bir sürüye sahip olsa da hâlâ kendini köylü saymıyor. Bunun nedeni de çiftçilik için oryantasyon eğitimi aldığı İngiltere’de tanık olduğu bir içtihat. İngiltere’de ister tavuk ister inek yetiştirilsin bir çiftliğe, çiftlik denilmesi için en az 50 yıllık bir sürüye sahip olunması gerekirmiş. O açıdan kendini ancak 37 yıl sonra gerçek bir köylü sayacağını söylüyor.
Önce gönüllü başla
Sökmen, kırsal hayattaki tecrübelerini şöyle paylaştı: “Biz zamanı parayla satın alabileceğimizi düşünüyoruz. Ama kırsalda zamanı parayla satın alamazsınız. Kırsalda yaşamaya gelen insan o zamanı harcamaya, o sabrı göstermeye mahkum. Aksi halde çok mutsuz olur. Ben 18 yıldır kırsaldayım. Daha yeni yeni ağaçların özelliklerinin farkına varıyor, kuşların seslerini ayırabiliyorum. Aslında işimiz çok basit. Bakmakla yükümlü olduğumuz hayvanları yedirmek, içirmek, temiz tutmak ve sevmek. Buna ek olarak toprakta su tutmaya yönelik yağmur suyu hasadı için çalışıyorum. Meraları beslemek, biriken gübreleri aktarmak... Her gün iş var doğada. Tatil günü yok, çünkü her gün tatil. Yaptıklarınız burada size iş gibi gelmiyor. Ama kırsalı seçmeyi düşünen şehirliler önce gönüllü olarak bir süre çiftçilik yapmalı. Gönülllü olduğunuzda 05.30’da kalkıp çalışacak, bir inek çiftliğini deneyimleyeceksiniz. İneklerin hareketlerini öğrenecek, dışkı sıyırma, inek sağma, buzağı besleme, yemlerini hazırlama, süt şişesi doldurma, fayans ovma ve kova yıkama gibi işlerin zorluğunu yaşayacaksınız. Ter kokacaksınız, elleriniz nasır olacak ama diğer yandan hayatınızın en güzel uykularını uyuyup, bir buzağının doğumuna tanık olacaksınız. Günde aldığımız 21 bin nefesin kırsalda ne kadar lezzetli olduğunu gözlemleyeceksiniz. Güneşin ne güzel doğduğunu, havanın güzel koktuğunu, trafiksiz de bir hayat olduğunu, taze süt ve yumurtayla kahvaltının ne demek olduğunu deneyimleyeceksiniz.”
Şekere ve tuza bağımlı inekler
İneklerini büyüttüğü otlarla besleme mücadelesi veren Aysun Sökmen, hazır yemle beslenen inekleri şöyle tanımlıyor: “Endüstriyel yem yiyen bir inek; her gün hamburger veya pizza yiyen bir insan gibidir. Bağırsak ve mide florası mahvolmuştur. Ağzı kokar, şeker ve tuza bağımlıdır. Çabuk strese girer.
Ailesini köyde bırakıp, şehirde bir başına mücadele veren insana benzer. Çok çalışır, doğadan ve doğayla gelen sağlıktan uzak yaşar.”