Biz Greenpeace olarak GDO’ların hiçbir formuna izin verilmemesi gerektiğini; eğer bir kere GDO’lara izin verirseniz, mevcut denetim yapımızla GDO’ların her türlü gıdamıza karışmasının önünü alamayacağınızı savunmuştuk. Üzülerek görüyoruz ki haklı çıktık...”
Bu ifade, Greenpeace Akdeniz Tarım Kampanyaları Sorumlusu Nejat Dinç’e ait. Sarf edildiğinde yıl 2015, aylardan nisandı. Organik yazı dizisi için görüştüğümde söylemişti bu cümleyi Dinç.
Şimdi, ekmekte GDO’lu katkı maddesi kullanıldığı ortaya çıkınca durumun GDO’nun gıdamıza karışmasının çok daha ötesine geçtiğini bir kez daha anlamış olduk. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik’in “Soya içeren 112 üründe GDO tespit edildi” açıklamasını da göz önüne alırsak, anlaşılan o ki GDO sofralarda.
Sayı 56’ya çıkabilir
Gerçi zaten dolaylı yoldan epeydir soframızdaydı GDO. Nasıl mı? Etle, sütle, yumurtayla... Evet, yıllardır Türkiye’deki besi hayvanları özellikle de tavuk ve hindi GDO’lu yemle besleniyor. Hatta ithal edilen yemlerin yüzde 80’i genetiği değiştirilmiş yemler. Zaten Türkiye’ye GDO’nun girişi de hayvan yemi olarak ithalat izni verilmesiyle gerçekleşti. Çünkü GDO’nun direkt gıda ürünü olarak kullanımı yasak.
Bu konudaki kararları ise Biyogüvenlik Kurulu veriyor. Greenpeace’in “Önünü alamayız” uyarısı yaptığı 2015 yılına kadar 19 çeşit genetiğiyle oynanmış yem Türkiye’ye sokulabiliyordu. Bu tarihten sonra beyaz et sanayicilerinin talebi doğrultusunda genetiği değiştirilmiş dokuz mısır ile dört soya çeşidi daha verilen izinle Türkiye’ye giriş yaptı. Bu son izinle birlikte Türkiye’deki genetiğiyle oynanmış mısır ve soya çeşidi 32’ye ulaştı. 24 yeni GDO çeşidi ise kurulun kararını bekliyor. Yani önümüzdeki günlerde GDO’lu ürün sayısı 56’ya çıkabilir. GD (genetiği değiştirilmiş) mısır ve soyaya, kolza ile pamuk da eklenebilir. Mevcut tablo bu.
Tabii biz pazardan, marketten satın aldığımız tavuğun veya yumurtanın hangi yemle beslendiğini maalesef bilemiyoruz. Çünkü “GDO zararlı değil, hayvanın bünyesinde parçalanıyor, etine geçmiyor” diyen üreticiler, her ne hikmetse, ürüne “GDO’lu yemle beslenmiştir” etiketi yapıştırmaktan kaçınıyor. İnsanın aklına da ister istemez, “Madem GDO sağlığa zararsız, neden ürünün ambalajında ‘GDO’lu yemle beslenmiştir’ ibaresi yazılmıyor?” sorusu geliyor. Çünkü diğer yandan organik tavukçuluk yapanların etikete yazdığı ilk ibare, “GDO’suz yemle beslenmiştir” oluyor. Demek ki toplumda böyle bir hassasiyet var. Kanunen bir zorunluluk olmasa da çok kolay bir etiketlemeyle GDO konusu şeffaf bir hale bürünebilir ve tercih tüketiciye bırakılabilir.
Çikolata, gofret, mantı
GDO’nun dolaylı yönü böyle. “İthali yapılan GD’li mısır veya soyayı doğrudan tüketiyor muyuz?” sorusunun yanıtı da maalesef evet. Bunu söyleyen de ekmek krizinden sonraki açıklamasıyla Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Çelik. Soya kullanılan 112 üründe GDO tespit edildiğini bizzat açıkladı. Soya eti kıymasında dahi GDO bulunduğunu artık biliyoruz. Soyanın gıda endüstrisindeki kullanım alanının genişliği düşünülünce denetlenenin buzdağının görünen kısmı olduğu aşikar. E soyayı da ithal ediyoruz ve ithalatın neredeyse tamamı genetiği değiştirilmiş ekimden yapılıyor. Çikolatadan gofrete, helvadan mantıya soframıza gelen hemen her üründe soya ürünleri katkı maddesi olarak kullanılıyor.
Zaten yıllardır sivil toplum örgütleri ve uzmanlar bu konuda uyarılar yapıyordu. Mesela Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nden Prof. Dr. Burçin Çokuysal. Dünyada ticarete konu dört GD ürünün soya, mısır, pamuk ve kolza olduğuna dikkat çeken Çokuysal, Türkiye’nin yurt dışından satın aldığı 800 bin ton soyanın yüzde 90’ının ve 1.8 milyon ton mısırın da yüzde 80’inin GDO’lu üretim yapan ABD ve Arjantin kaynaklı olduğuna işaret ediyor: “En önemli gerçek, mısır ve soya gibi ürünlerin şekerlemeler, asitli içecekler, çocuk mamaları, sebze püreleri vb. birçok hazır gıda maddesinin içinde bulunduğu. Mısırın 700, soyanın ise 900 çeşit gıda maddesi içinde kullanıldığı düşünülürse transgenik gıdaların tüketim miktarının önemi açıkça görülecektir.”
GDO konusundaki en can alıcı noktalardan biri ise gıda yoluyla alınan GDO’nun insan genomuna geçip geçmediği. Bu bilimin de tartışma konusu. Uzmanların bir bölümü bitkiden geçen bir gene henüz insanda rastlanmadığını belirtirken, hayvanlar üzerindeki kısıtlı çalışmalarda elde edilen bazı sonuçların ise tersini söylediğini anlatanlar var. Geçtiğimiz yıl Boğaziçi Üniversitesi’nde bir konuşma yapan UC Berkeley Üniversitesi Mikrobiyal Ekoloji Laboratuvarı’nın kurucusu Prof. Dr. Ignacio Chapela’ya göre GDO’nun sağlık bozucu etkisi kanıtlanmış durumda. Chapela GDO’nun özellikle antibiyotik direnci geliştirdiğinin araştırmalarla sabit olduğunu savunuyor.
Henüz doğmamış bebeklerin kanında bile bakteri zehri çıktı
GDO konusunda daha önce de Milliyet’te yer verdiğimiz bazı araştırmalar şöyle:
- Kanada’da Sherbrooke Üniversitesi’nden Prof. Aris ve Prof. Leblanc, kadınların kan örnekleri üzerinde yaptıkları bir çalışmada, GDO’lu gıdalarla beslenen kadınların, hatta bu çalışmada yer alan 30 hamile kadının karınlarındaki doğmamış bebeklerinin kanında dahi bitkilere aktarılmış olan bakterinin zehrini tespit ettiler.
- Gönüllü insan denekler üzerinde sadece GDO’lu soya yedirilmek suretiyle gerçekleştirilen bir çalışmada, GDO’lu DNA’nın sindirim sisteminde tamamıyla parçalanmadığı ve bağırsak bakterilerine geçtiği tespit edildi.
- Fransa’da Rouen ve Caen Üniversiteleri’nden bir grup bilim insanının Prof. Seralini başkanlığında yaptıkları çalışma, yabancı ot ilacına toleranslı GDO’lu ürünlerle kullanılan glifosatın çok düşük düzeylerde bile insan hücresinde tahribata yol açtığını belirledi.
Sorularınızın cevapları burada
Bu köşede her hafta sürdürülebilir bir yaşama ve doğaya dair konuları ele alacağız. Yeşili, toprağı, ağacı kısaca çevreyi gündemin ilk sırasına koyup, ekosisteme, insan ve diğer tüm canlılara zarar verebilecek uygulamalara dikkat çekmek amacımız. Siz de sorularınızı, konu önerilerinizi ve merak ettiklerinizi gurkan.akgunes@milliyet.com.tr adresine gönderebilirsiniz. Gelin her pazar siz de doğaya ses verin...