Et son dönemin en sıcak konusu. Ne yapılırsa yapılsın fiyatlar bir türlü düşmüyor. Hal böyle olunca da sofralarda etin kapladığı yer her geçen gün küçülüyor. Siyaset kurumu da epeydir etle meşgul ama görünen o ki bu yara ithalat pansumanıyla kapanacak gibi değil. Bugünkü durum aslında 1990’lı yıllardan beri süregelen yanlış politikaların bir sonucu. Neydi onlar; kırsal kalkınma yerine kentlerin çekim merkezine dönüştürülmesi, meraların boşaltılması, teşviklerin kesilmesi, ithalatın önünün açılması ve yem bitkilerine yönelik desteklerin kaldırılması… Sonuç; Angus ithali. Yetmedi, Sırbistan’a 5 bin ton et siparişi. Hatta sektördekiler ithal ettiğimiz canlı hayvanları bile yeterli derecede besleyemediğimizi söylüyor. Gelinen süreçte hayvancılık en kırılgan sektörlerden biri haline geldi.
Büyükbaşa kötü haber
Ve anlaşılan çok daha zor günler bizleri bekliyor. Çünkü küresel ısınma, “et meselesi, ot meselesidir” mottosunu daha da acımasızlaştıracak. Sonuçta et, ota yani yeme bağımlı. Yem de büyük oranda ithal ve pahalı. Birçok Avrupa ülkesinde hayvanlar yüzde 90 oranında mera ve otlaklarda beslenirken, bizde bu oran yüzde 10’larda. Besleyiciler konsantre yem kullanıyor ve bunun içeriğinin yüzde 50’den fazlası ithal. Yonca ve mısır gibi önemli yem bitkilerini üretip bu sorunu ortadan kaldıralım derseniz bu kez de karşınıza “iklim değişikliği” çıkıyor.
İşte, Türkiye Gıda ve İçecek Sanayii Dernekleri Federasyonu’nun 4 bilim insanına hazırlattığı “İklim Değişikliği ve Tarımda Sürdürülebilirlik” raporundaki tespit: “Küresel ısınmanın etkisiyle otlama alanlarındaki verimin düşmesi nedeniyle hayvanların yaşamları olumsuz etkilenecek. Mısır ve yonca gibi suya ihtiyaç duyan yem bitkileri üretiminde yaşanacak düşüş yem fiyatlarını artıracak. 2040 yılı sonrası yonca üretilen bölgelerde su sıkıntısı aşırı oranda artacak. Artan sıcaklık, koyun ve keçi gibi hayvanlardan çok çayır-merada otlayan hayvanları etkileyecek.”
Isınma gıdaya tehdit
Tam bir distopya, değil mi? İklim değişikliğine karşı ciddi önlemler alınmazsa bugünkü et fiyatlarını bile arar olacağız, bu kesin. Daha önce de yazmıştık, küresel ısınmanın yakın vadeli etkilerini en derinden hissedecek coğrafyada yaşıyoruz. Yarı-kurak bir iklimimiz var ve öngörüler, sıcaklıkların kışın 2, yazın 2-3 derece artacağı yönünde. Potansiyel tehdit, sıcaklık artışından kaynaklı buharlaşmanın tarıma yapacağı etki… Çünkü kuraklık demek, toprağın verimsizleşmesi demek, kıtlık demek! Gelecek gıdaya erişim açısından soru işaretleriyle dolu. İklimdeki değişim, gıda güvencesine yönelik ciddi kaygılar yaratıyor. Gelin federasyonun raporunda yer alan bazı çözüm önerilerine kulak verelim. Belki tehlikenin farkında olanlara yol gösterir!
Suya göre tarım!
Tarım arazileri korunmalı,
Tarım ürünlerinin küresel ısınmaya adaptasyonuna yönelik havza bazlı planlamalar yapılmalı.
Çeltik yerine kuraklığa dayanıklı yerli atalık buğday vb. ürünlerin üretimi teşvik edilmeli.
Kalkınma stratejisi suyu yeterli havzalarda tarım üzerine kurulmalı,
Sahip olduğu arazilerin en fazla yüzde 30’unu sulayabilecek ve kuraklık tehdidiyle karşı karşıya olan Konya Ovası gibi tarımla kalkınması mümkün olmayan bölgelerde; sanayi, ticaret ve turizm yatırımları yapılmalı. Böylelikle Marmara Bölgesi’ne sıkışan sanayinin yükü de azaltılır.
Toprak yüzeyinden suyun akıp gitmesini önleyecek düzenlemeler yapılmalı. Yeraltı sularının beslenebilmesi için geçirimli taneli/kaya ortam alanları “ekolojik alanlar” kapsamına alınarak korunmalı.
Hayvancılıkta, sıcağa dayanıklı ırk ve türler esas alınmalı.