Daha birkaç hafta önce sofranın bir rengi olan domates, kazandığı “itibar”la bir anda gündemin ilk maddesi oldu. Önce kendisine bu yıl da Rusya vizesi verilmediğine üzüldük sonra da cakası düşeceği yerde kilosunu 10 liraya yükseltmesine şaşırdık. Hal böyle olunca da yoksul sofralarındaki salatalar domatessiz kaldı, yemekler iyice salçaya bulandı, kebapçılar ezmeyi menüden çıkardı.
Oysa birkaç ay sonra çiftçi, düşük fiyat nedeniyle domateslerini satamamaktan yakınacak. Belki de geçmiş yıllarda olduğu gibi tarlaya döküp eylem yapacak. Bu durumun tarım sektöründeki pazarlama ağında yaşanan çarpıklık ve aşırı kâr hırsının sonucu olduğunu artık söylemeye bile gerek yok. Antalya’da, Mersin’de çiftçinin 50-60 kuruşa sattığı domatesin Şişli’de, Kadıköy’de 5-6 lirayla tezgaha çıkması herkesin malumu. İlgililer yıllardır bu tabloyu sona erdirecek düzenlemeler yapıyor ama bu düzen nedense hiç değişmiyor.
Evin yeni evladı
Aslında belki de bu domates krizi fırsata dönüştürülebilir. Fazla iyimser ve romantik gelebilir size ama doğadan kopuşumuzu geriye döndürecek bir süreci de başlatabilir domates. Nasıl mı? Balkon tarımıyla...
Bugün yaklaşık 50 santimetrelik bir saksıda domates yetiştirmek mümkün ve balkonlarında, cam kenarlarında bunu yapan binlerce şehirli insan var. Bu, sadece domates ihtiyacının bir parçasını karşılamak anlamına da gelmiyor. Her şeyden önce el, şehirde betona hapsettiğimiz toprağa değiyor. Toprakla aramızdaki, geçmişe hapsettiğimiz bağ yeniden kuruluyor. O küçük saksı, toprağın insana nasıl güç verdiğine, nasıl yaşam kaynağı olduğuna birebir tanık olma fırsatı da sunuyor. Tohumdan meyve almanın nasıl sabır ve emek gerektirdiği; toprağın betona değil, suya gübreye; bitkinin ilaca değil, yağmura güneşe ihtiyaç duyduğu öğreniliyor.
Ve zamanla o küçük saksı birçokları için büyük bir dünyaya dönüşüyor. Filizlenince evi sevinç kaplıyor, boynu bükülen çiçekle sevinç yerini endişeye bırakıyor. Bitki, adeta evin yeni evladı oluyor. Daha iyi beslensin diye özel karışımlar yapılıyor, zamansız fırtınada akıllar onda kalıyor..
İyi bir tohum seçmişseniz eğer bu döngü her yıl kendini tekrarlıyor. Binbir emekle büyüttüğünüz domatesin çekirdekleri size torunlar, torunların torunlarını veriyor. Yaşamın sürdürülebilirlik ilkelerini öğretiyor, insanı fabrika ayarlarına döndürüyor.
12 yılda 3 bin katılımcı
Tüm bunları yıllardır yaşayan büyük bir aile var mesela. Hukukçu Avniye Tansuğ’a Çerkezköy’deki bir bahçeden hediye gelen pembe domatesle doğan; “Pembe Domates Ağı”. Tansuğ’un o domatesin çekirdeklerini saklayıp eşe dosta dağıtmasıyla oluşan grup, aradan geçen 12 yılda 3 bini aşkın katılımcıya ulaşmış. Her biri deneyimlerini birbirleriyle paylaşıyor. Kimi aşırı sıcağa perdeyle nasıl önlem alınacağını anlatıyor grubun blog’unda, kimi tırtılların nasıl temizleneceğini. Tabii ki saklanan tohumlar da yeni üyelerle paylaşılıyor. Yeni üyeler deneyimlerden faydalanarak kendilerine emanet edilen tohumları meyveye dönüştürürken, balkonundaki tatlı heyecanı da blog’da yazıya döküyor.
Grup, 10 yıl öncesine kadar sadece köylerde ufak çapta yetiştirilen “pembe domates”i de meşhur etmiş. Tansuğ ise bu durumdan biraz şikayetçi: “İlk başladığımızda tek tek bütün üyeleri tanıyorduk ama sonra o kadar hızlı yayıldı ki ‘Pembe domates varmış nasıl buluruz’a evrildi olay. Evladiyelik dediğimiz tohumların yaşaması için ortaya dökülmüştük ama sonra genişledikçe endüstri de pembe domatesi keşfetti. Korkumuz, endüstriyel üretimin başlamasıydı. Üyelerimize tohumlarınızı kimseyle paylaşmayın dememize rağmen maalesef o da oldu.”
Rus domatesi!
Hazır domates gündemdeyken Ziraat Mühendisleri Odası’nın (ZMO) pek de duyulmayan açıklamasını bir kez daha hatırlamakta fayda var. ZMO İstanbul Şube Başkanı Ahmet Atalık, Rusya’yla son domates pazarlığımızdan çok önce ezberi bozan bir gelişmeye dikkat çekmişti. Rusya’nın yıllardır domates ihtiyacını Türkiye’den karşıladığı ve Rusya’nın iyi bir ihracat kapısı olduğu herkesin malumu. Tabii son birkaç yıldır Rusya, Türk domatesine ambargo koydu.
Peki aynı dönemde ne oldu? Türkiye 2015’te 500 ton, geçen yıl da yaklaşık 800 ton domates ithal etti. Nereden? Komik gelecek ama Rusya’dan. Bunu duyuran Atalık, Rusya’nın yerli tüketimi teşvik ederek dışa bağımlılığı azalttığına ve 2020’ye kadar domates üretiminde kendine yeterliliği hedeflediğine vurgu yapıyor. Biz ise 40 milyon dekar tarım alanını yapılaşmaya açtık. Beton domatesini keşfetmezsek, Rus domatesine hazır olmak gerek!
İdeal 5 besin
Spor yaparken doğru beslenmek çok önemli. Weight Watchers dergisinden uzmanlar spor öncesi ve sonrası yiyebileceğiniz en ideal beş besini açıkladı. Birinci sırada kinoa var. Protein değeri yüksek olan kinoa, spor öncesi enerjinizi yükseltmek için doğru bir tercih. Çok kalori yaktığınız bir spor seansını hem karbonhidrat hem de protein içeren bir yemeğin takip etmesini öneriyor uzmanlar. Tavsiyeleri ise yanında yoğurtla sunabileceğiniz tatlı patates. B vitamini, selenyum ve fosfor içeren hindi eti, listede üçüncü sırada. Hindiyi, içerdiği yüksek lif oranıyla siyah fasulye izliyor. Salatalarınızda kullanmanız öneriliyor. Listedeki son gıda ise yulaf. Glisemik endeksi düşük gıdalardan olan yulafı yoğurt ya da sütle karıştırıp meyveler ekleyerek kahvaltılık olarak rahatça tüketebilirsiniz.
Sorularınızın cevapları burada
Bu köşede her hafta sürdürülebilir bir yaşama ve doğaya dair konuları ele alacağız. Yeşili, toprağı, ağacı kısaca çevreyi gündemin ilk sırasına koyup, ekosisteme, insan ve diğer tüm canlılara zarar verebilecek uygulamalara dikkat çekmek amacımız. Siz de sorularınızı, konu önerilerinizi ve merak ettiklerinizi gurkan.akgunes@milliyet.com.tr adresine gönderebilirsiniz. Gelin her pazar siz de doğaya ses verin...