Bal markası Eğriçayır’ın sahibi Celal Çay, Toroslar’ın eteğindeki arı kovanlarıyla ilgilenecek görevli bulamamaktan yana dertli. Üstelik aradığı eleman günde sadece 4 saat çalışıp petekleri kontrol edecek ve 3 bin lira maaş alacak.
İstanbul’a özgü müdür bilinmez ama doğaya kaçma özlemi son dönemde neredeyse herkesin dilinde. Aile buluşmalarında, dost meclislerinde konu dönüp dolaşıp kaçıp gitmeye geliyor. Tabii herkesin çıpası olan bir “ama”sı var. En çok da “Ne iş yapacağım?” sorusu oluyor o çıpa. Ama bazen kırsalda şehirdekinden daha iyi iş imkanları çıkabiliyor.
Buyurun Silifkeli bir bal üreticisine kulak verelim: “Kovana bakacak çalışan bulamıyoruz. Doğada yaşamayı beğenmiyor şimdiki gençler. 1-2 gün kalıyorlar. Sonra ‘Çok sıkıldım burada’ diye işi bırakıyorlar. Telefon ve televizyon yok diye sıkılıyorlarmış.” Bu sözler, Eğriçayır markasını yaratan Celal Çay’a ait. O da şehirde yaşarken çareyi kırsalda bulanlardan aslında. Çok uluslu bir şirkette mühendis olarak çalışırken istifa edip geleceğini baba mesleği arıcılık üzerine inşa etmiş. Kısa sürede de başarılı olmuş. Eğriçayır markasıyla 2011’de İtalya’da Organik Bal Yarışması’nda bronz madalya aldıktan sonra da işler büyümüş. Şimdi bütün aile, Toroslar’ın eteğindeki benzersiz coğrafyada yaşayan arıların ürettiği balla refah içinde yaşıyor. Uluslararası Arıcılık Kongresi’nde aldıkları 1 altın, 3 gümüş, 1 bronz madalya da cabası.
Günde dört saat mesai
Ama iş gücü bulamamaktan yana dertli. Rica minnet bir Afgan’ı yaz döneminde kovanların başında görevlendirebildiklerini sölüyor: “Aslında o kadar güzel ki yaylada çiçeklerin arasında yaşamak. Ben gittiğimde dönmek istemiyorum. Yapılacak iş günde 4 saat çalışmak. Arılar öğleye doğru kovandan çıkar, 3-4 saat sonra da kovana döner. Oradaki görevli sadece o sürede petekleri kontrol eder. Onun dışında ister kitap oku, ister dinlen. Hatta yağmur olduğu gün, arı petekten çıkmadığı için tatil. 3 bin lira da maaş diyoruz ama yok, kimseyi bulamıyoruz.”
GDO’YA GERÇEKTEN MAHKUM MUYUZ?
Geçtiğimiz hafta GDO’yu Türkiye’ye sokan tavukçuluk sektörünün çatı örgütü BESD-BİR’in görüşlerine yer vermiştik. Derneğin Genel Sekreteri Prof. Dr. Ahmet Ergün’ün açıklamaları epey yankı yarattı. Şimdi de söz, GDO karşıtı kampanyaların öncüsü çevre örgütü Greenpeace’te. Greenpeace Akdeniz Tarım Kampanyaları sorumlusu Tarık Nejat Dinç, ilk olarak Ergün’ün dile getirdiği dünyada üretilen soyanın yüzde 98’inin GDO’lu olduğu bilgisinin yanlış olduğunu belirtiyor: “Dünyada üretilen soyanın dörtte biri temiz. Bu da yılda 77 milyon ton genetiği değiştirilmemiş soya üretiliyor demek. Tavuk endüstrisi ihtiyacı olan 3 milyon ton soyayı rahatlıkla bu 77 milyon tondan karşılayabilir. Mısırdaki durum daha da rahat. GD(Genetiği Değiştirilmiş) mısır bulmak, temiz mısır bulmaktan 2 kat daha zor. Ancak burada daha derin bir başka sorun da var: Tavukçuların yetiştirdiği her 1 kilo tavuk için dünyanın öbür ucundan yarım kilo soya ithal ediyor ve milyarlarca dolar dövizimizi yurt dışına akıtıyoruz. Ülkemizi de GDO’lara boğuyoruz. Oysa tavuk şirketleri ihtiyaç duyulan soyayı GDO olmadan, temiz şekilde ürettirebilir.
Ergün, GDO’lar sayesinde pestisit kullanımından kurtulduğumuzu iddia ederek adeta GDO’ları çevreye faydalıymış gibi göstermeye çalışmış. Oysa gerçekler bunun tam tersi. GDO’ların en büyük varlık nedeni glifosat. Günümüzde en yaygın pestisit olan glifosat Dünya Sağlık Örgütü’nce “muhtemelen kanserojen” ilan edildi. Çok düşük dozlara maruz kalmanın dahi endokrin sistemimizi, yani hormonal dengemizi bozduğu araştırmalarla sabitlendi. Soyaya, mısıra yapılan genetik müdahalenin temel amacı, bu bitkileri glifosata dayanıklı hale getirmek. Bu zehiri icat edip de patentleyen şirket bugün dünyanın en büyük GDO şirketi olan Monsanto. Yani GDO’larla glifosat birbirine göbekten bağlı. Rakamlar da bu durumu ortaya koyuyor. 2016’da yayımlanan bir araştırmaya göre, GDO’lardan hemen önce, 1995’te yılda 51 bin ton glifosat kullanılırken GDO’ların devreye girmesi ile birlikte glifosat kullanımı neredeyse 15 kat artmış.
İvedilikle etiket
Sayın Ergün’ün açık sözlülükle GDO’nun ete süte geçtiğini kabul etmesi takdir edilecek bir durum. Artık bu noktada sağlık konusuna ve tüketici haklarına özel bir önem gösterdiğini bildiğimiz Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanımız Sayın Ahmet Eşref Fakıbaba’ya önemli bir görev düşüyor: Yıllar önce selefi Mehdi Eker’in söz verdiği hayvansal ürünlere ‘GDO’lu yemle beslenmiştir’ ibaresinin konması konusunda gerekli yasal düzenlemenin bir an önce yapılarak ivedilikle hayata geçirilmesi.”