Akhisar'da, geçen yıl temmuz ayında zeytin bahçelerini dolaştığımda, dallarda zeytin yerine sadece yaprakları vardı. İklim krizi kaynaklı kuraklık nedeniyle çiftçiler geçen yıl büyük hayal kırıklığına uğramıştı. Tabii o zaman yaşanan verim kaybının zeytin ve zeytinyağı fiyatlarını etkileyeceği de aşikârdı. Biz o gün Milliyet'te zeytinyağının litresinin 250 liraya ulaşacağı öngörüsünü paylaştık ama rafa yansıyan fiyat bunu bile aştı.
Şimdi benzer bir durum yine Akhisar'da bu kez sofralık zeytinde yaşanıyor. Akhisar, sofralık zeytinin en önemli merkezi. Özellikle yeşil zeytinin yüzde 70'i Manisa'nın Akhisar ilçesinden ülkeye dağılıyor. İlçede ovalar, dağlar hemen her yer, zeytin ağaçlarıyla kaplı. Ve bölgede yaşayanların birçoğunun temel geçim kaynağı zeytin. O yüzden zeytinde en ufak terslik tüm Akhisar'da moralleri bozuyor. Bu yıl yaşanan sorunu da Akhisar'da bahçesine konuk olduğum, Kadıdağ köyünden Ali Aygün, arayıp haber verdi. Zeytin fiyatlarının 30 liranın altına düştüğünü ve
Bu yıl Türkiye’den gönderilen 139 parti üründe toksin limiti aşılmış. AB Gıda Alarm Sistemi’ndeki bidirim sayısı geçen yıla oranla azalsa da son 3 yılda Türkiye genelinde kullanılan pestisit miktarı yaklaşık yüzde 10 artmış.
Pestisitlerin son günlerde bu kadar sık bir şekilde gündeme gelmesi, sorunun çözümü adına umut veriyor. Tarım zehirlerine yönelik oluşacak toplumsal bilinç, elbet çiftçileri de etkileyecektir. Tam da kamuoyunda duyarlılık artmışken, tarımsal üretimde zararlılara karşı kullanılan zehirli kimyasallara yönelik birkaç noktaya dikkatleri çekmek gerekiyor.
Avrupa’ya ihraç ettiğimiz sebze meyveden başlayalım. Türkiye’den gönderilen tarım ürünleri, AB’nin sınırlarına girdiğinde gümrüklerde kontrolden geçiyor. Bu kontrollerde, ilgili partiden örnekler alınarak laboratuvarda analiz ediliyor. Eğer analizlerde sebze ya da meyvede, tolere edilebilir limiti aşan oranda pestisit kalıntısı saptanırsa o ürün Türkiye’ye iade ediliyor. Tarım ve Orman Bakanlığı, iade
Necla Sarı hemşire; İstanbul’da yaşarken kızı İda sık sık hastalanınca yediklerine odaklanıyor ve zehirsiz gıda ihtiyacı, onu İzmit’in Dağkadı köyüne göç ederek, orada yeni bir hayat kurmaya yönlendiriyor. Kızı için ektiği sebzelere talep artınca da köydeki aile arazisinde çiftçilik yapmaya başlıyor. Bugün 50 dönüme ekim yapıyor ve kurduğu kadın kooperatifiyle şehre göç etmiş kadınları tekrar köyde üretime sevk ediyor.
Necla Sarı’nın hikâyesi, aslında birçok kişinin “olmaz” dediği kimyasalsız üretimin mümkün olduğunu göstermesi açısından büyük önem taşıyor. Çünkü seçtiği yol, hem Sarı’ya hem de onun gibi köyde zehirsiz üretim yapan çiftçilere, sürdürülebilir üretim pratiği kazandırmış. Ekimlerini sözleşmeli yapıyorlar ve doğrudan tüketiciye ulaştıran dijital bir platforma satıyorlar. Böylelikle planlı ekim yapıyor, hasat dönemlerinde yaşanan fiyat değişimlerinden etkilenmiyor ve halde tüccarın eline bakmıyorlar.
Sa
Temiz Hava Hakkı Platformu’nun yayınladığı Kara Rapor’a göre 73 ilde hava kirliliği sınır değerleri aşıyor
Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de geçen hafta toplanan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği 29. Taraflar Konferansı’nda (COP29) fosil yakıtlardan uzaklaşma konusunda hiçbir ilerleme kaydedilemedi. Öyle görünüyor ki, epey bir süre daha kirli hava solumaya devam edeceğiz. Üstelik bu tehdit, nüfusumuzun neredeyse tamamını ilgilendiriyor.
Temiz Hava Hakkı Platformu’nun (THHP) bu yıl 6’ncısını yayınladığı Kara Rapor’a göre, Türkiye’de nüfusun yüzde 92’si Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) standartlarına göre kirli hava soluyor. DSÖ standardının 2.7 kat üzerinde olan ulusal mevzuatımıza göre de 73 ilde hava kirliliği sınır değerleri aşıyor. Ulusal Hava Kalitesi İzleme Ağı’na bağlı istasyonların verileri baz alınarak hazırlanan rapora göre, 2023 yılı itibarıyla PM10 kirliliğinin (çapı 10 mikrometreden küçük havada asılı partikül maddeler) yeterli derecede
Herkes Türkiye’ye iade edilen kuru incirlerin yurt içinde satışa sunulup sunulmadığını sorguluyor ama asıl sorgulanması gereken; iç piyasada satışa sunulan kuru incirlerin ne kadar denetlendiği olmalı!
Kuru incirde kanserojen aflatoksin endişesi hâkim. Endişenin kaynağı ise Avrupa Birliği Gıda Alarm Sistemi’ne yansıyan uyarılar. Avrupa’ya ihraç ettiğimiz kuru incirler, arka arkaya ‘Sınır reddi’ bildirimiyle Türkiye’ye iade edilmeye başlandı. Reddedilen sevkiyat sayısı 120’yi aştı. Sınırda yapılan analizler, gönderdiğimiz incirlerin, tolere edilebilir limitin oldukça üzerinde aflaoksin içerdiğine işaret ediyor. Bazı bildirimlerde, limiti 8-10 kat aşan aflatoksin yoğunluğu söz konusu.
Bir anlamda zehirli yani incirler. Çünkü aflatoksin, Uluslararası Kanser Ajansı’na göre, doğrudan kansere yol açan sınıf 1 kategorisinde yer alan bir madde. Aflatoksin içeren gıda ürünlerinin tüketilmesi karaciğer kanseri riskini artırıyor. Tabii böylesi bir tabloda, Avrupa’nın sağlık gerekçesiyle iade ettiği incirlerin
Dünya Doğa Koruma Birliği’nin yeni raporu, 16 kuş türünün yok olma tehlikesinin hızlandığını ortaya koyuyor. Bu kuş türlerinden 5’i Türkiye kıyılarında da görülen türler. Peki, kuş türlerinin yok oluşunun en büyük suçlusu kim?
Eşi benzeri görülmemiş bir krize tanık oluyoruz. Yaşam alanları yok oluyor ve bir milyona kadar tür yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Bu durum, onlara bağımlı milyarlarca canlının yaşamını ve bölgesel geçim kaynaklarını da tehdit ediyor. Yaşam; karada, denizde ve havada SOS veriyor. Yüksek tehdit grubunda yer alan canlılardan biri de kuşlar. Her sekiz kuş türünden birinin nesli tükenme tehlikesiyle karşı karşıya ve küresel olarak kuş türlerinin yüzde 60’ı azalma eğiliminde.
Dünya Doğa Koruma Birliği’nin (IUCN) yeni raporu, 16 kuş türünün yok olma tehlikesinin hızlandığını ortaya koyuyor. Bu kuş türlerinden 5’i Türkiye kıyılarında da görülen türler. Son veriler, göçmen kıyı kuşlarının popülasyonlarındaki ciddi azalmayı dolayısıyla pek
Türkiye’de birçok yerleşim yeri, İspanya’da yaşanan sel tehlikesine benzer bir nehir taşkını riski altında bulunuyor. Yapmamız gereken ise çok basit: Bilime kulak verip iklim krizinin yol açacağı felaketlere karşı önlem almak.
İspanya’nın geçen hafta yaşadığı sel felaketi aslında bir yönüyle Gabriel Garcia Marquez’in “Kırmızı Pazartesi” romanını andırıyor. Ünlü yazar Marquez, “Kırmızı Pazartesi”de, işleneceğini tüm kasabanın bildiği ama önlemek için kimsenin çaba göstermediği bir cinayeti anlatıyordu. İspanya’daki ölümler de benzer şekilde yaşanacağı öngörülen bir sel felaketinin sonrasında gerçekleşti. Oysaki sadece 4 ay önce Avrupa Çevre Ajansı, kitlesel ölümlere yol açabilecek sel uyarısında bulunmuştu.
Ajansın, temmuz ayında yayınladığı raporda yer alan şu ifadeler; 217 kişinin can verdiği 89 kişinin hâlâ kayıp olarak arandığı Valencia’daki selin, aslında beklenen bir felaket olduğunu net bir şekilde ortaya koyuyor: “İklim değişikliği nedeniyle
Tarım zehri kalıntısı barındıran narlar, Avrupa’ya ihraç edilemiyor. Oysa tarım zehri olmadan da böceklerle mücadele edilebiliyor. Bunun örneğini veren Prof. Dr. Cem Özkan, “Yararlı böcek popülasyonunu artırarak sağlıklı tarım ürünleri üretebiliriz” diyor.
Tam da nar mevsiminde narlarımızdan endişe verici haberler gelmeye başladı. Avrupa’ya ihraç ettiğimiz narlar, tarım zehri kalıntısı nedeniyle birbiri ardına sınırdan geri çevriliyor. Nar hasadının başlamasıyla Avrupa Gıda Alarm Sistemi’ne bu sezonun ilk nar uyarısı, 13 Eylül günü düştü. Uyarı bildiriminde, Türkiye’den ihraç edilen narlarda limit aşan oranda 4 ayrı pestisit saptandığı belirtilirken, kalıntı barındıran narlar da sınırdan reddedildi. Bu bildirime konu olan 4 tarım zehrinden 3’ü böcek öldürücü sınıfında ve analiz, narı üreten çiftçinin 3 pesitisiti de aynı anda kullandığını gösteriyor.
Bir diğer nar sevkiyatı ise 24 Eylül’de Bulgaristan sınırında alıkonulmuş. Analiz edilen narlarda 2 ayrı pestisit