New York’taki Whitney Müzesi’nin yeni binası tamamlandı. Ziyarete açıldı. Müzenin hikâyesi ilginç, yeni binası ilginç.
Whitney’in özelliği, Amerikan Çağdaş Sanat Müzesi olması. Medison Avenue’deki binası küçüktü. Binayı sattılar. Bağış topladılar. Vakfın varlığı 752 milyon dolara ulaştı. 422 milyon dolar ile Hudson Nehri kenarında yepyeni bir müze binası inşa edildi.
(Durup dururken, bir pazar günü bu yazıyı neden yazıyorum? “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” niyetiyle yazıyorum. Belki bizde de örnek alanlar olabilir ümidiyle yazıyorum.)
Günümüzde bu tür binalar mimarlarının adıyla öne çıkıyor. Whitney’in mimarı, daha önce arkadaşı Richard Rogers ile Paris’teki Centre Pompidou Sanat Merkezi Binası’nı çizen İtalyan mimar Renzo Piano (1937).
Renzo Piano’nun çizimine dayalı olarak inşa edilen yeni müze binası 50 bin m2 kapalı, 13 bin m2 açık sergileme alanına sahip. 8 katlı. Piano dış görünümden çok içine önem vermiş. Salonlar yüksek tavanlı ve iki cepheden ışık alıyor. Bu tür müzelerde konferans salonuna, lokanta ve kafeterya alanlarına ve de kitap ve hediyelik eşya satan bölümlere geniş yer ayırılıyor. Çünkü bu bölümler gelir sağlıyor.
Küçümseniyor ama...
Gelelim müzeye isim veren Whitney’in hikâyesine. Gertrude Vanderbilt Whitney (1975-1942) ABD’nin en zengin ailelerinden, demiryolu ve lokomotif sanayi kralı Vanderbilt ailesinden. 21 yaşında, ABD’nin petrol ve gayrimenkul kralı Whitney ailesinin torunuyla evleniyor.
Sanata meraklı. Heykeltıraş olmak istiyor. Fransa’da heykel atölyelerinde çalışıyor. Kendi ailesi de koca tarafı da heykele ilgisini küçümsüyor ama o heykel yapmayı sürdürüyor.
Yeni yetişen genç Amerikalı sanatçılara, yerel sanatçılara gereken ilginin gösterilmediğini fark ederek onları desteklemeye karar veriyor. New York’ta genç Amerikalı sanatçılar için stüdyo açıyor. Onların beğendiği eserlerini satın alıyor.
1929 yılında New Yok’taki Modern Sanatlar Müzesi’ne (MoMA) başvuruyor. Amerikalı genç, yeni yetişen sanatçıları desteklemek amacıyla bir fon oluşturmak için bağış yapmak istediğini ve bu arada genç sanatçılardan topladığı eserlerin 500’ünü müzeye bağışlamak istediğini söylüyor. Müze yönetimi başvurusuna olumsuz yanıt verince, Amerikalı genç, yeni yetişen sanatçıların eserlerini sergilemek amacıyla bir müze kurmaya karar veriyor. 1931 yılında Whitney Müzesi böyle açılıyor.
Önemli olan, açılan müzelerin yaşaması, gelişerek, ilgiyi koruyarak yaşaması. Gertrude Vanderbilt Whitney’in ölümünden sonra çocukları, torunları müzenin gelişmesini sağlamak için parasal katkıyı sürdürürken, müzenin yaşamasını, gelişmesini isteyen gönüllüler bağışlarını sürdürüyor.
Parayı mezara götürmek imkânsız. İnsanın hayatta iken harcayabileceği paranın, çocuklarının harcayabileceği paranın da bir sınırı var. Bunu bilenler isimlerini mezar taşlarında değil de insanların her gün yararlanacakları kamuya açık tesislerin kapısında yaşatmayı beceriyorlar. (“Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla.”)