Üniversite giriş sınavı sonuçları, eğitim seviyemizin çok, hem de çok kötü olduğunu ortaya koyuyor.
Üniversiteye girecek yaşa kadar, yuvalarda, anaokullarında, ilkokullarda, ortaokullarda, liselerde parasız ve paralı okuyanların, bunları yetersiz görerek özel dersler alanların ne durumda olduklarını gösteren sınav sonuçları çok çok kötü.
- 1 milyon 987 bin lise mezunu gencimiz sınava girdi.
- Fen bilimlerinde gençlerimiz 40 sorunun ortalama 4.50’sini cevapladı.
- Matematikte 40 sorunun 5.40’ı cevaplandı.
- Sosyal bilimlerde 40 sorunun 10.40’ına cevap verildi.
- Türkçede 40 sorunun 15.90’ı cevaplandı.
Okul binamız, dersliğimiz, öğretmenimiz yok diyemeyiz. Ama bunlar gençlerin iyi eğitilmelerini sağlayamıyor. Sorun bir “milli eğitim” politikasının olmamasında. Son 10 yılda 5 milli eğitim bakanı değişti. Her yıl eğitim politikası değiştiriliyor.
Sınavlar okullardaki eğitim programlarına göre hazırlanıyor. Okulların eğitim programları ise giderek hafifletiliyor. Önceki yıllarda programlarda yer alan birçok temel bilgi eğitimi programlardan çıkarıldı.
Geride kaldık...
Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA) sınavları öğrencilerimizin başka ülkelerin gençlerine göre ne kadar kötü eğitim imkanına sahip olduklarını gösteriyor.
OECD tarafından düzenlenen 15 yaşındaki öğrencilerin temel eğitim seviyelerini gösteren PISA testi sonuçlarına göre, Türk öğrenciler 65 ülke arasında genel ortalamada 45’inci sırada. Öğrencilerimiz bilgi bakımından matematikte 44’üncü, okumada 42’inci, fende 43’üncü sırada yer alıyor.
Bu bilgi seviyesi ile küresel rekabette öne çıkamayız. Ne kadar eğitim, o kadar üretim devrindeyiz.
Küresel talebi olan üretimi gerçekleştirmek, yenilikçilik, farklılık istiyor. Yenilikçilik ve farklılık, araştırma ve geliştirme ile mümkün olabiliyor.
Yenilikçiliğe ve farklılığa dayalı üretimi gerçekleştirecek kadroları (gençleri) olmayan ülkeler “sıradan - basit” üretim ile vakit geçiriyor.
Bizim eğitim yapımız “düz işçi” yetiştiren bir yapıya dönüştü. Bu eğitim yapısında Türkiye ancak “ucuz iççilikle küresel pazarlara don gömlek satabilir.” Bırakınız teknolojiye dayalı malları, markalı gömlek, entari bile satamaz.
İlim - bilim eğitimi mi, yoksa din eğitimi mi tartışmaları arasında olan, gençlerimize, daha doğrusu ülkenin geleceğine oluyor.
Medrese sistemi
Sayın Yusuf Kaplan, 13 Mart 2015 tarihinde Yeni Şafak’taki köşesinde, “Bizim ortaya koyduğumuz zengin medeniyet tecrübemizi mümkün kılan şey, Kur’ân’a ve Sünnet’e dayanan medrese ve tekke sistemidir. Eğitim sistemimizi Kur’ân ve Sünnet ekseninde yeniden yapılandıramadığımız sürece, bu kendi - kendini sömürgeleştirici eğitim sistemiyle en iyi yapabileceğimiz şey, Batı kültürünün gönüllü acenteliğini üstlenen ‘gönüllü köleler’ yetiştirmek olabilir yalnızca - şimdiye kadar yapa geldiğimiz üzere. Bizim yeni İbn Sina’lar, yeni Itri’ler, yeni Sinan’lar yetiştirmemiz gerekiyor. Bunun için de Kur’ân’ı eğitim sistemimizin merkezine yerleştirmek zorundayız” diyordu.
Okuyucu olarak Sayın Yusuf Kaplan’ın kişisel görüş ve değerlemelerine saygı göstermemek imkansız.
Ancak, Sayın Yusuf Kaplan’ın yazısı da gösteriyor ki, henüz “milli eğitim” programlarımızı ilim ve bilime mi, yoksa dine mi dayandıracağımıza karar verememiş durumdayız.
Bu kararsızlıkta olan, gençlere ve ülkeye oluyor. Eğitim seviyesi yetersiz ve de dünya sıralamasında öne çıkamayan gençler yetiştiriyoruz. Sonuç ortada: Ne kadar eğitim, o kadar üretim.