Dönemin Başbakanı Merhum Turgut Özal’ın Tahran ziyaretindeki gazeteciler arasındaydım.
Sigarayı bırakmıştım.
Gece derin uykudayken gök gürültüsü gibi müthiş bir patlama ve sarsıntı...
Yerde uyandım.
Karyolanın yanına savrulmuşum.
Hemen telefonla otelin resepsiyonunu arayıp “N’oluyor” diye sordum.
“Saddam’ın füzesi” cevabını aldım.
Daha yatağa yeniden uzanmadan, gene ve daha yakın bir patlama sesiyle otel yıkılıyormuşçasına sarsıntı...
Telefona sarıldım ve “bir paket sigara, kibrit” istedim.
Koltuğa oturup sigarayı yaktım.
Gece boyunca kulakları sağır edercesine patlamalar ve deprem hissi yaratan sarsıntılar sürdü, sigaranın birini söndürüp, diğerini yakıyordum ardı ardına.
Bir füze de otelimizin tepesinde patlayabilirdi.
...................
Ertesi sabah kurmayları “Özal’ın, ikametine tahsis edilen Tahran Büyükelçilik konutunun bodrumuna indirildiğini” söylediler.
Ankara’daki eşi Semra Hanım’ı telefonla aramış “füze patlamalarını” dinletmiş.
“Füzelerin havadaki ışıklı çizgisi çok güzel, keşke görebilseydin” diyor, küçük kahkahalar atıyormuş.
Tabii...
“Çok eğlendiğinden” değil, “Semra Özal’ın haberlerde, bu füze saldırılarını izlediğinde, merak etmesini, üzülmesini önlemek” amacı.
Aslında çok sinirliymiş.
Çünkü İran’a uçmadan önce Bağdat’taki büyükelçimiz aracılığıyla “kendisi Tahran’dayken füze atılmamasını” rica etmiş.
Saddam’ın bu ricayı iplememesine, yaptığı kabalığa fena halde öfkeliymiş.
Acısını sonra çıkardı.
ABD’nin Irak’a birinci askeri harekâtı sırasında Başkan Bush’u (baba) telefonla arayarak destek veren ilk lider Özal oldu.
Anında “Kerkük-Yumurtalık” petrol boru hattının vanalarını kapattı.
....................
Cumhur- başkanı R. Tayyip Erdoğan’ın Bahreyn’e gidişi bağlamında bu anılara doğru bir “zaman tüneli” yolculuğu yaptım.
Ortadoğu öyle belalı, en doğal “uluslararası nezaket ritüellerine” bile öylesine uzak bir coğrafya ki tanımı ancak tek kelimelik “netameli” sözcüğüyle yapılabilir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan bu ziyaretiyle elbette çok yönlü yararları hedefliyor ama hepsinin önünde “İran” sorunu var.
Suudi Arabistan ve Körfez emirlikleri için İran, “arz ettiği beka tehlikesi” gittikçe daha büyüyen ciddi bir tehdit.
Hem tepeden varlığıyla, hem Irak’taki Şii nüfus çoğunluğuyla, hem -özellikle- Suudi Arabistan’daki hissedilir ağırlıkta Şii kesimle bastırıyor.
Ayrıca Yemen’deki “Husi güçlerini” kullanarak Suudi Arabistan’a füzeler ateşlemekte. (Husiler, -İran’ın para ve silah desteğiyle- darbe yaparak Yemen parlamentosunu ele geçirecek kadar güçlüdür.)
İran daha başından beri güneyimizdeki “PKK/PYD” oluşumuna destek vermekte.
PYD koridorunu Akdeniz’e kadar uzatarak, Türkiye’nin “Sünni Arap” coğrafyasıyla ilişkisini kesmek planı -Ankara tarafından bilinmekle beraber- siyaset gereği açıkça dile getirilmiyor.
İran, Suriye’de Türkiye ile yakın ilişkide bulunan silahlı örgütlere de gerek doğrudan gerek dolaylı vurmakta.
***
Yani...
Suudi Arabistan ve Körfez emirlikleriyle, Türkiye’nin “ortak tehdit algısını” oluşturuyor İran.
Bu bakımdan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu Körfez ziyareti ve ötesi “finans, ticaret, müteahhitlik hizmetleri, ihracat, turizm” alanlarının ötesinde “İran’a karşı ortak savunma arayışlarına” da evrilen/genişleyen bir sürecin adımı olabilir.
Obama döneminde ABD’nin “romantik” pastoral senfoni politikasıyla okşanan İran, bundan da yararlanmıştı.
Trump’ın o havalarda olmayışı, “İran’ın Ortadoğu’da sınırların hayli ötesine taşan egemenlik ihtirasına” fren olacak mı?
Göreceğiz.