Dün gece...
Konserine henüz yarım saat vardı...
10 Kasım bağlamında piyanosunun başına geçecek olan Fazıl Say, "hala ne çalacağımı bilmiyorum. Doğaçlama... Kalbimin sesini yansıtacağım ama notalar ne olacak bilmiyorum" diyordu.
10 Kasım sabahı güneşe uyandığımızda, kalbimizden hangi notaların yükseleceğini hangimiz biliyorduk ki?..
Fazıl Say, konserinin birinci bölümünü anlatıyor:
"Bugün Bach çalacağım.
Bach'ın İtalyan Busoni tarafından uyarlanan Chaconne'ni..."
New York'ta yaşayan Fazıl Say, bu adın her harfini bir kent adıyla kodluyor; "Cizre, Hakkari, Ağrı" gibi...
İşte bizden bir insan.
Neden bu notalar?
I.Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı dönemine parantez açan, şiddet ve acı yüklü bir müzik...
Ardından gene Bach'dan Prelüdium ve Fuga la minör...
Fazıl Say, "Bach'ın hayatının ilk ve son dönemlerinde yazdığı prelüd ve fügün, Atatürk'ün 19 Mayıs'ta doğumu ve 10 Kasım'da ölümünü yansıttığını, yani ilk ve sonu simgelediğini" söylüyor.
Ankara Karanfil Sokak'ta, Mithat Fenmen'in karşısında piyano taburesine oturduğunda Say, henüz 5 yaşındaydı.
Ayakları yere değmiyordu.
İşte orada Bach'ın Fransız Süiti'ni çalmak istemiş, Mithat Fenmen beğenmemiş.
Fazıl Say, o günlerden bu yana hep daha iyi çalmaya çalışmış.
Yakın zamanda Fransa'da, bu müziğin kaydını yapıyormuş.
Beğenmemiş...
Akşam yemeğinde arkadaşlarına "bir kez daha çalmak istiyorum... Bir kayıt daha" demiş.
Arkadaşları yemek masasını pek de gönüllü terketmeseler bile stüdyoya gitmişler.
Yeni bir kayıt daha...
Avrupa'da büyük sükse...
Ödüller almış.
Konsere dönelim.
Programın son parçaları, Ravel'in Sonatin'i ve Ulvi Cemal Erkin'den Duyuşlar...
Erkin, Cumhuriyet'in ilk yıllarının müziğe yansıması...
Ve nihayet... Aşık Veysel'den "Kara Toprak."
Ve... Fazıl Say'dan doğaçlama...
Klasiğin cazını yapıyor.
Dün akşam Doğuş Üniversitesi'nde Atatürk'ün müzikle ölümsüzlüğü izlendi.
Dün sabah ise İTÜ'nün Ayazağa kampüsündeydim.
Atatürk'ü Anma Töreni'nde yaptığım konuşma, yaşamımın en değerli ödüllerinden biri.
Rektör Prof.Dr.Gülsüm Sağlamer'in mucize gibi yarattığı Ayazağa kampüsünde, "Atatürk'ün ayak izlerinde yürüyen bambaşka bir Türkiye" coğrafyası... Mutluyduk.
Atatürk'ü üçüncü bin yıla, çağdaş teknolojiye açan ufuk turundaydık.
300. yaşına girecek olan İTÜ, bilgi çağının "reenkarnasyon" aşamasındaydı.
Sadece doğum değil, geçmişin geleceğe kopyalanışı ve ötesiydi.
Tören sonrası Atatürk'ün sevdiği parçaları, İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuarı öğretim görevlisinin eşliğinde doktora öğrencilerinden dinledik.
Mikrofonsuz, billur gibi bir ses ve ona katılan kanun, kemençe, tef...
- "Şahane gözler"
- "Havada bulut yok"
- "Alişimin gözleri kara"
- "Köşküm var deryaya karşı..."
Atatürk'ün müziğe küresel bakışı ise Sofya'da gencecik bir askeri ataşeyken hayatında dinlediği ilk opera olan Bizet'nin Carmen'iyle, Puccini'nin Tosca'sıyla, Verdi'nin Il Travatore'siyle zenginleşir.
Bach, Chopin ve Mevlana ile derinleşir.
Ve bir rakı kadehine, bir ölümsüz ömre, bir çift mavi göze, bu ulusun yazgısına, ulusların bağımsızlığına, üçüncü bin yılın Türkiyesi'ne yansır.