El sıkışma, hep dostluğun kanıtı mı?
Tokalaşmanın tarihçesi şöyle...
Yüzyıllar önce... Erkekler bellerinde kılıç taşırken, bir erkek diğerine sağ elini havaya kaldırarak yaklaşıyordu. Diğeri de aynı şeyi yapıyordu.
Yani "elimi silahıma atmayacağım, dostça yaklaşıyorum" mesajını veriyorlardı.
Ama... Bu yeterli değildi.
Her ikisi de kendilerini emniyete almak ve diğerinin belindeki silahı ansızın çekmesini önlemek için, birbirlerinin sağ ellerini - bugünkü el sıkışmak şeklinde - sıkı sıkıya tutuyorlardı.
Aslında "güvensizlik" simgesi olan bu el sıkışma, zamanla "dostluk" simgesi haline geldi.
Erkeklerin ve kadınların düğmeleri
Yukarıdaki satırlar "LÜZUMSUZ BİLGİLER ANSİKLOPEDİSİ"nden... Yazarı Tamer Korugan'ın eline sağlık...
Lüzumlu sanılan bilgilerin Türkiye'yi ve dünyayı ne hale getirdiğini görüyoruz.
Kafalarımızı kurcalayan bu tür birkaç bilgiyi seçtim.
Paylaşalım...
Örneğin... Erkeklerin düğmeleri neden sağda, kadınlarınki neden soldadır.
Sağ elini kullanan biri, sağdaki bir düğmeyi soldaki iliğe daha kolay geçirir.
Bu nedenle... Kendileri iliklediği için erkeklerin düğmeleri sağdadır.
Kadınlara gelince... İlk kullanılmaya başladığı zamanlarda düğmeler, herkesin alamayacağı kadar pahalıydı.
Zengin kadınların uzun elbiselerinin düğmelerini, ancak hizmetlileri ilikleyebiliyorlardı.
Hizmetliler hanımlarının karşısında diz çöktüklerinde, düğmeleri sağ elleriyle daha rahat ve daha hızlı ilikleyebiliyorlardı.
(Tabii erkeklerin en hızlı çözdüklerini söylemeye gerek yok.)
Bu nedenle... Terziler, düğmeleri hizmetlilerin sağına hanımların ise soluna gelecek şekilde diker olmuşlardı.
Bu gelenek hala sürüyor.
Ayna kırılması ve uğursuzluk
"Ayna kırılırsa, uğursuzluğu 7 yıl sürer" diye üzülmeyin.
Eski Roma döneminde, "cam kapların içindeki suya yansıyan görüntünün kişinin ruhu olduğu" inancı vardı.
Bu inanç, Eski Mısır'dan gelirdi.
Ama... Camlar kırılınca sular akıyor ve onların inancına göre, artık ruh da görünmez oluyor, kayboluyordu.
Romalılar "hayatın her 7 yılda bir kendini yenilediğine" inanırlardı.
Camın kırılması sonucu, ruhunu yitiren vücudun ruhunu ve sağlığını yeniden kazanması için 7 yıl geçmesi gerekiyordu.
Sonraları... Aynalar yapıldı.
Pahalı aynaların kırılmaması için hizmetliler, hanımları tarafından bu 7 yıl öyküsüyle korkutuldu.
Bu inanç bütün dünyaya yayıldı.
Nazar boncuğu
Nazar, bakışın ruhla bütünleşmesinden oluşan güçdür.
Bakış, konuşmaya göre daha etkilidir.
Arkamız dönük olduğu halde, kalabalık bir yerde zaman zaman birinin bize baktığını hissetmişizdir.
Sümerlere göre; Bazıları, bir bakışla annelerin sütlerinin çekilmesine, ağaçlarının kurumasına, erkeklerin iktidarsız kalmasına neden olabilirdi.
O yörede mavi gözlü insanlar çok az olduğu için mavi gözlülerin nazarının değdiğine inanılırdı.
O nedenle... "Mavi göz şeklinde camdan yapılan nazarlıklarla kötü bakışların geri yansıtılması" gibi bir adet ortaya çıktı.
Neden tahtaya vuruyoruz?
M.Ö. 2000'li yıllarda, Kuzey Amerika yerlilerinde sonra da Ege'de Helen uygarlığında, meşe ağacına çok sık yıldırım düştüğü gözlemlenmişti.
Amerika yerlileri, tanrının yıldırımla meşeden geçerek yeryüzüne indiğine Helenler ise "meşenin yıldırım tanrısı olduğuna" inanmışlardı.
O nedenle... Tanrıların gazabından kendilerini korumak için meşe ağacına parmaklarıyla vurup tanrıyla diyalog kurarlardı.
İşte kötülüklere karşı tahtaya vurmanın tarihçesi.
Çağımızda tahta bulmak çok zor.
Etraf plastik dolu...
Ayrıca... Plastik gülüşler, plastik dostluklar, plastik bir yaşam.
Bunca yapaylıktan korunmak için bulduğumuz en yakın tahtaya vuralım...
Aslında pek "lüzumlu" olan başka bilgileri "LÜZUMSUZ BİLGİLER ANSİKLOPEDİSİ"nda bulabilirsiniz.