KÜRESEL üne sahip Mısırlı bir sosyolog, “Arap ülkelerinde Türkiye’ye ivmeler yaparak psikolojik yakınlaşma olduğunu” söyledi.
Nedeni ise, Arap ülkelerinde büyük beğeniyle izlenen dizilermiş.
“Gümüş” ve “Ihlamurlar Altında” adlı diziler Arap dünyasında tutku yarattı.
Bu dizilerin sanatçıları Türkiye kadar Avrupa ülkelerinde de ünlüler...
Sırada Asi, Aşk-ı Memnu, Yaprak Dökümü var.
Eski Almanya Cumhurbaşkanı Kohl de, “ailesine katılan Türk nedeniyle Türkiye’yi kendine daha yakın hissettiğini” söylemişti. Kohl, “Türk futbolcuların, Alman halkında Türkiye sempatisi ürettiğine” ayrıca işaret etmişti.
Sanat, spor, evlilikler ve diğer yakınlaşmalar Türkiye’ye sınırların ötesinde “gönül coğrafyaları” kazandırıyor.
Fransa’daki Türkiye
ÖRNEĞİN... Paris’te “9 ay sürecek Türkiye Mevsimi”nin açılışındaydım.
Bu etkinlik projesi İstanbul’daki “Fransız Baharı” ile hız kazanmıştı.
Ancak... Daha sonraları Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin “Türkiye’ye AB’ye tam üyelik kapısının kapalı olması gerektiği” yolundaki söylemlerinden sonra tereddütler oluşmuştu.
Hatta, “yakın çevre”, Başbakan Erdoğan’a “artık bu projenin anlamı kalmadı, iptal edelim” telkininde bulunuyordu.
İşte burada devreye Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay girdi.
“Yönetimlerin geçici, ulusların ve devletlerin kalıcı olduğu” ilkesini, Başbakan’a inandırıcı bir dille anlattı.
Avrupa halkları, Türkiye gerçeğini tanıdıkça, olumlu eğilimlere girecek ve bunu devleti yöneten seçilmişlere yansıtacaklardır.
Başbakan ikna oldu. Yeşil ışık yaktı.
Günay’ın bir şansı da Kültür Bakanlığı’na -yeni- getirilen Frederic Mitterrand’dır. Fransa’nın en saygın entelektüellerinden biri olan Mitterrand, Atatürk hayranıdır. Fransa televizyonundaki kültür programından birini Atatürk’e ayırmıştı. “Atatürk’ü çağının en büyük komutanı olmanın ötesinde, bir entelektüel” olarak da anlatmıştı.
Atatürk’ün ünlü yazarların yapıtlarını Fransızca okuduğunu, tarih, antropoloji, sanat, gastronomi gibi değişik alanlarda derin bilgiye sahip olduğunu söylemişti.
Atatürk için “Bir sinema aktörü kadar yakışıklıydı. Çok şıktı. Dik ve kendine güvenli yürüyordu. Modern Türkiye’yi temsil eden simgeydi” demişti.
Frederic Mitterrand da başta Sarkozy olmak üzere Fransa yönetimindeki tereddütleri kırdı.
Sonuca Günay’la birlikte ulaştılar.
9 ay süreyle Paris’te ve Fransa’nın diğer büyük şehirlerinde Türkiye, “edebiyatı, resimleri, müziği, tarihi, binlerce yıllık kültürel katmanlarıyla” Fransa toplumuna sunulacak.
Bunların anlatıldığı basın konferansı ve kokteylinden sonra Türkiye Büyükelçiliği bahçesinde Osman Korutürk’ün davetindeydik.
Bakan Günay’la bir süre söyleştik.
Ona, aldığı sonuç için “usta denizcilerin rüzgâr karşıdan estiğinde bile yelken açarak yol alabildiklerini” söyledim.
YALNIZLIK KEDERİ
FAZIL Say’ın son kitabı “Yalnızlık Kederi”ni gecenin geç bir saatinde okumaya başladım.
Uyku gözümden akıyordu ama elimden bırakamadım.
Müzik kültürü için o ne güzel anekdotlar...
Birini kısaca yansıtayım...
Beethoven sağırlığının en koyu sürecinde “Opus 111”i besteler. Kulakları duymadığı için sadece iç sesiyle...
Bitirdikten sonra güvendiği bir arkadaşını çağırır. Ona dinletmek ister.
Daha 1 dakika bile çalmamıştır ki, arkadaşı ona “dur” diye işaret eder.
Çünkü... Beethoven “Opus 111”i çalarken, piyanodan inanılmaz çirkin ve garip sesler gelmektedir.
Piyano kapağından içeri bakarlar. Teller kopmuştur. Tellere vuran ahşaplar kırılmıştır.
Ve... Beethoven kulakları duymadığı için son birkaç yıldır iç sesiyle parmaklarını tuşlarda dolaştırırken hiçbir şeyin farkında değildir.
Sanatçının iç sesinin gerçek müzik olduğunun kanıtı.
CENGİZ’DEN BEKÂRLIĞA VEDA
BİR dış gezi davetine “evet” cevabını vermeden önce, belli etmeden dolaylı sorularla katılanların kimler olduğunu öğrenmeye çalışırım.
Cengiz Semercioğlu beraber olmak istediklerim arasındadır. Diğer dostlar da kendilerini bilirler zaten...
Kısa süre önce Dubrovnik’teydik.
Keyifliydik. Gruptaki herkes de bu keyfi birlikte üretecek ve paylaşacak arkadaşlardı.
Orada öğrendim. Meğer bu geziyle Cengiz, “bekârlığa veda” ediyormuş.
“Bekârlığa veda”da damat adayları dağıtır.
Sevgili eşi Berna’ya mesajımdır ki, “Cengiz son derece uslu, sadık ve heyecanlıydı.”
Düğünü ve özellikle giysilerini epey konuştuk.
O “rüküş” Avrupa taklidi damatlıkları giymemesi için anlaştık.
Beyaz bir smokin ceketi, sade bir beyaz gömlek (Ata yaka diye anılan değil), siyah papyon, siyah pantolon, siyah rugan ayakkabılar...
Düğün gecesi Cengiz nikâh masasının bulunduğu setten “Ağabey, aynen konuştuğumuz gibi giyindim” diye seslenmez mi...
İşte böyle de doğaldır o.
Aija’da gerçekten güzel bir geceydi.
Hem düzenlenişi hem konuklarıyla sade şıklıktı.
Özellikle de gelin Berna...