Kraliçe II. Elizabeth’in ölümü bağlamında görkemli hanedan görüntüleri tartışmalar başlattı.
Bir zamanlar üzerinde güneş batmayan imparatorluğun kanla, kölelikle, dini ve kültürel dayatmalarla zehirli bir çınar olduğunu iddia edenler çok.
Buna karşılık, Elizabeth’in 70 yıl boyunca “saygınlığın, imparatorluğu bir arada tutan bilgeliğin simgesi olduğunu” da.
………………
Bu tartışma “son Osmanlı Sultanı Vahdettin hain miydi, değil miydi?” sorgulamasını da tetikledi.
İkisinden de örnekler vereceğim.
Önce Kraliçe Elizabeth…
……………….
Yıl 1997…
Senegalli yazar, senarist ve film yönetmeni Ousmane Sembene “Kraliyet Ailesi Özel Onur Ödülü”ne layık görülmüştür.
Daha önce Venedik, Cannes ve Moskova festivallerinde de ödüller kazanmış olan 74 yaşındaki yazar Sembene, Londra’da, Kraliçe II. Elizabeth’in yüzüne karşı dünyayı şoke eden bir konuşma yapar.
Ve…
“İnsan onurlu doğar. Hiçbir insanın kraliçelerin vereceği onura ihtiyacı yoktur” diyerek ödülü almadan salonu terk eder.
Konuşma şöyle:
İngilizler geldiklerinde ellerinde İncil, bizim elimizde topraklarımız vardı. Gözlerimizi kapayarak dua etmemizi öğrettiler. Gözümüzü açtığımızda ise, bizim elimizde İncil, onların elinde topraklarımız vardı.
İngilizlerin dinini, dilini öğrendik. Uzak dünyadan gelen yeni dil ve din, bizi hep çalışmak zorunda kalan itaatkâr köleler yaptı. Özgürlük için her karşı geldiğimizde, bizi birbirimizle savaşmak için kandırdılar ve silahlandırdılar.
İngilizlerin kutsal dini evlatlarımızı savaşçı yaptı. Hem de sadece kendi kardeşleriyle savaşan, dünyayı İngiliz dilinden ve İncil’den ibaret sanan vahşi savaşçılar.
Hastalıklar yaydılar. Ne olduğunu bilmediğimiz içeceklerle bizleri hasta ve zayıf yaptılar.
Atalarımızı zincirleyerek büyük şehirlerine köle olarak götürdüler. O büyük binaları, caddeleri, tünelleri ve kiliseleri, insan etinin üzerine inşa ettiler.
Kendilerini temizlemek içinse sanatçılarına fikir adamlarına, “sadece kendilerini kapsayan insan tariflerini” yaptırdılar.
Her çeşit yiyeceklerin büyüdüğü topraklarımıza ilaçlar döktüler. Toprağın altındaki yanıcı siyah cehennem kanı (petrol) için bizleri öldürdüler. Büyük acılar çektirdiler ve ölümcül işkencelere maruz bıraktılar.
Yeni ilaçları, biyolojik silahları ve hastalıkları üzerimizde deneyen gönüllü doktorlarınızı istemiyoruz!
Birbirimizi anlamamızı zorlaştıran, şarkılarımızı ve masallarımızı unutturan fakir dilinizi reddediyoruz!
Çağdaş dünyada, bizi zorla şekillendiren yüzeysel sanat kuramlarınıza karşı çıkıyoruz!
Özgürlüğümüzü ilan ediyor, Afrikalı insanlar olarak doğduğumuzu vurgulayarak Afrikalı ölmek için de bütün Avrupa’yı topraklarımızdan kovuyoruz!
Birbirimizi öldürelim diye bize öğrettiğiniz ırkçılığı, felsefe adına önümüze sürdüğünüz Batı’nın sığ kafalı laflarını, hukuk adına yaptığınız bütün şovenistliklerinizi ve sanat diye dayattığınız bütün estetik öğretilerinizi Afrika topraklarından silene kadar Afrika sizinle savaşacaktır!
Siz kabul etmeseniz de bir Afrikalı en az dünyanın herhangi bir yerindeki bir Batılı kadar onurludur!
………………..
Bu tepki, bu protesto eylemi onu olduğundan daha ünlü ve çok daha özel bir sanatçı yapmış olabilir.
…………………
Ama bir soru…
II. Elizabeth’i küçülttü mü?
Gönül rahatlığıyla ve tam inanarak “evet” diyemiyorum.
Olabildiğince yapıcı, insancıl, bilge ve ulusunun birliğini, devletinin büyüklüğünü 70 yıl boyunca sağlamaya çalışan, ailesindeki skandalların üstesinden cesaretle ve başarıyla gelebilen II. Elizabeth’in şahsına atalarının günahlarını yüklemek ne denli doğru?
………………….
Murat Belge’nin satırları bu bakış açısını yansıtmakta:
Tarihi içeriği çoktan dolmuş bu geleneği böylesine başarıyla yerine getiren bir kişinin aramızdan eksilmesinin yarattığı bir boşluk duygusu kaçınılmaz; bunun “monarşi” kurumuna ilişkin bir yanı da yok. Tam tersine, “II. Elizabeth öldü. Artık bu ‘monarşi’ oyununu sürdürmenin bir anlamı kalmamış olabilir mi?” diye düşünmenin zamanı dahi gelmiş olabilir.
Siyaset dünyasında dengeli bir varoluşun gereklerini yerine getirdi.
………………
Her konudan haberi vardı. Fikri de vardı. Ama Churchill’den Thatcher’a, Blair’den Johnson’a bambaşka ve hepsi bir tür iddialı kişiliklerle birlikte uyum içinde çalıştı. İmparatorluğun imparatorluk olmaktan çıkışının senfonisini idare etti. Bunu bir “kuruluş” oratoryosunu yöneten bir “chef d’orchestre” gibi gerçekleştirmeyi de başardı.
………………..Bütün sakinliğiyle son derece kendinden emin, rahat bir “kişilik”ten söz ediyorum. Kraliçe II. Elizabeth böyle bir insandı. Yirmi yaşlarında taç giyerken de, son başbakanının elini sıkıp veda ederken de.
………………...
Not: Teşekkürler Bülent Korman.
…………………
“Vahdettin hain miydi?” tartışmasıyla ilgili yazı yarın.