Ekonomide göstergeler kötü değil.
Ama... Bundan tam 1 yıl önce Kasım krizi patlak verdiğinde de göstergeler gene iyiydi.
Beklenenden de iyi.
Örneğin...
"- Faizler, yüzde 108'den yüzde 35'e düşmüştü... Hazine başarılıydı.
- Merkez Bankası net varlıkları, döviz stokları güven vericiydi... Programda sapma yoktu.
- Bütçede gelir hedefleri aşılmıştı... Faiz dışı bütçe fazlası, öngörülenin üzerine çıkmıştı."
Ama... Hiç beklenmediği halde Kasım krizi patlayıverdi.
Şubat krizinin tetiği, Kasım krizinde çekildi.
Neden?..
Hükümet ortaklarından DSP ve özellikle MHP'de dalgalanmalar yaratan Anavatan ekonomik raporunun hazırlayıcısı Nesrin Naz, bu sorunun cevabını şöyle veriyor:
"Çünkü... Ekonomi tek bir yönetime bağlı değildi.
Birbirinden bağımsız birimler başarılı olsa bile, onlar arasındaki ilişkileri, bağlantıları bir bütün halinde tutmak önemlidir.
Bunu yapacak olan da, ekonomiyi tek elden yönetecek kişidir.
Bizim önerimiz işte budur."
Yani... Piyanonun, kemanın, davulun, çellonun ve diğer enstrumanların birer virtüozu olabilir.
Ama... Şef tarafından yönetilmiyorlarsa, ortaya ses kaosu çıkar.
Orkestrasyon ahengini, "baget" denen "şefin değneği" sağlar.
Ve tam 1 yıl sonrasına, bugünlere, Kasım 2001'e dönelim...
Göstergeler ve haberler gene kötü değil.
Örneğin...
"- Faizler yeniden yüzde 76'ya düştü... Hazine'dekiler - ihtiyatlı da olsalar - keyifliler. İç borçların bu yıl çevrilemeyeceği yolundaki Kasım ve Aralık sendromları aşılmış görünüyor.
- Dolar, son haftaların en düşük düzeyinde. 2002 için gerekli 18 milyar dolarlık ek kaynağın büyük kısmı şimdiden bulunmuş sayılabilir. Döviz stokları da iyi. IMF'den ek yardımın ucu göründü. Yani Merkez Bankası, iyi not bölgesinde.
- Maliye'nin vergi gelirleri ve bütçe faiz dışı fazlalığı, hedefe uygun."
Kısacası tıpkı 1 yıl önceki gibi, 3 önemli gösterge umut kırıcı değil.
Ama... Kötü sürpriz gene tekrarlanır mı?
Anavatan'ın iddiası; "Ekonomi tek elden yönetilmezse, geçen Kasım'da olduğu gibi istenmeyen sürprizler olasılığı var."
Anavatan'ın birkaç farklı alandaki yöneticisiyle konuştum.
Duydukları kaygı, kendilerinin de içinde bulundukları geminin batmamasıydı.
O geminin adı "Üçlü Hükümet" olabilir.
Bunun için çaba gösterirken, kendilerine olduğu kadar hükümet ortağı partileri de gözettiklerine inanıyorlar.
"Hükümetin süratle yeniden yapılanması halinde ortak partilere kendi egemenlik parsellerinden özveride bulunmaya hazır olduklarını" söylüyorlardı.
Konuşmalarının hedefi ise Bahçeli'nin MHP'si ya da Ecevit'in DSP'si değildi.
Çünkü... Onların bölmeleri yaralansa, içinde kendilerinin de bulunduğu teknenin tümü su almaz mı?
Bir örnek yansıtayım...
Anavatan'ın kurmaylarından birinin dün tanık olduğum telefon konuşması, Kemal Derviş'le ilgiliydi.
Derviş, uluslararası bir firmaya "işadamlarıyla toplantı düzenlemelerini" söylemişti.
Ancak... Asistanları, üçüncü kez toplantıyı iptal ediyorlardı. Yeni bir tarih veriyorlardı.
Uluslararası firma ne yapacağını şaşırmıştı.
ANAP döneminden tanıdığı ekonomi kurmaylarından yardım istiyordu.
"Dördüncü kez geleceği kesin mi?" diye soruyordu.
Onları, "Derviş'in ayağının altındaki halıyı çekmek isteyen" bir tavırda görmedim.
Tam tersine... "Türkiye'nin ve dünyanın içinde bulunduğu olağanüstü koşullar nedeniyle randevularda istenmeyen kaymalar olabildiğini" anlatıyor ve "bu toplantının yapılması için katkıda bulunacaklarını" söylüyorlardı.
Derviş'e gösterilen bu özen, bir simgedir.
Diğer ortaklara da isteyerek veya istemeyerek aynı ortak yazgı merceğinden bakılıyor.
Tabii... Aynı gemideki ortaklardan kimileri, güvertede gidiş rotasından geriye doğru yürüyerek kalkış limanına varacaklarını sanıyorlarsa ne denir?