12 Eylül’e doğru Türkiye’nin üzerine uğursuz bir karabulut çökmüş gibiydi.
Her gün 30-40 kişinin sol ya da sağ örgütler tarafından öldürüldüğü, annelerin pencere başında evlatlarının üniversiteden dönüşlerini endişeyle bekledikleri, hava kararırken insanların evlerine kapandığı bazı işadamlarına, gazete yöneticilerine korumalar verildiği, akademisyenlerin sık sık -saldırı ihtimaline karşı- arkadaşlarının evlerinde sabahladıkları dehşet yüklü o süreçte askerin yönetime el koymasıyla birlikte terör cinayetleri bıçakla kesilmişçesine durmuştu.
Özellikle büyükşehirlerde yaşayanlar nihayet bir derin nefes almışlardı.
“Can güvenliği” her şeyin önünde geliyordu.
İç ve dış basında, akademisyenlerde Türkiye’yle yakından ilgili ABD gibi devletlerde “ihtiyatlı iyimserlik” havası vardı.
MANŞETLER
12 Eylül için birkaç gazete başlık yansıtayım…
MİLLİYET:
Silahlı Kuvvetler yönetime el koydu.
HÜRRİYET:
-Atatürk posterini de vererek- “Terörün sonucu yönetim Milli Güvenlik Konseyi’nde… Atatürk yolunda devam…”
TERCÜMAN:
Silahlı Kuvvetler yönetime el koydu.
Evren “yeni Anayasa hazırlanacak.”
TÜRKİYE LATİN AMERİKA DEĞİL
Dönemin ABD Ankara Büyükelçisi Spain’in, Washington’a gönderdiği 12 Eylül raporundan da birkaç satır.
Kısacası bu bir “Latin Amerika cuntadarbesi” değil…
Askerin el koymayla ilgili açıklamasında da ifade edildiği gibi terör ve kamu düzeni alanında yaşananlar -her ne kadar gönülsüz olsa da- Türk Ordusu üzerinde harekete geçmesi için baskı yarattı.
…… “hükümetlerle değil devletlerle ilişki kurma” ilkesine dayalı politikamıza uygun olarak “askeri yönetimi tanımak” gibi bir sorunun ortaya çıkmadığını düşünüyorum.
……………….
ABD’nin iki önemli ulusal çıkarı söz konusu.
Türkiye’nin uzun vadede demokratik bir ülke olarak korunması.
Türkiye’yle“savunma ve ekonomik işbirliği anlaşmasının” uygulanması, güvenlik ilişkilerimizin sürmesi.
………………...
Büyükelçi Spain ayrıca kurulan yeni hükümette “yüzü batıya dönük” tanımlamasını yaptığı 3 bakana işaret ediyordu; Dışişleri Bakanı Büyükelçi İlter Türkmen, Milli Savunma Bakanı Büyükelçi Haluk Bayülken ve Başbakan Yardımcısı Turgut Özal…
…………………
İhtilali yapan Türk Silahlı Kuvvetleri adına Kara, Hava, Deniz ve Jandarma komutanlarından oluşan Milli Güvenlik Konseyi (MGK) en yüksek ve tek güçtü.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren aynı zamanda Devlet Başkanlığı’nı da üstlenmişti. Evren, konuşmalarında “demokrasiye geçiş güvencesi” vermişti.
ABD Büyükelçisi Spain, Dışişleri Bakanı İlter Türkmen’in “demokrasiye geçiş konusunda değerli katkıları olabileceğini” de Washington’a yazmıştı.
Süleyman Demirel 12 Eylül’ün yasaklarını halk oylamasıyla aşmış, Cumhurbaşkanlığına gelmişti. Fotoğrafta Demirel’in davetindeyiz.
DSP’yi kurdukları günlerde Ecevit’lerle Ankara Or-an’daki konutlarında…
LİDERLER HAMZOKOY DA,UZUNADA’DA
MGK “güvenlikte olmaları” gerekçesiyle Demirel’i ve Ana muhalefet Partisi CHP’nin Genel Başkanı Bülent Ecevit’i -eşleriyle birlikte- Hamzakoy üssüne göndermişlerdi.
MSP (Milli Selamet Partisi) Genel Başkanı Necmettin Erbakan’ı ve MHP (Milliyetçi Hareket Partisi) Genel Başkanı Alparslan Türkeş’i ise Uzun Ada’ya… (Türkeş 12 Eylül’de bulunamamıştı, 14 Eylül’de teslim olmuştu.)
BAŞBAKAN KİM OLACAK?
Sıra yeni hükümetin kuruluşuna gelmişti.
Başbakan adayı olarak adı en çok geçen isim Cumhuriyetçi Güven Partisi Genel Başkanı Turhan Feyzioğlu’ydu.
……………….
Kemal ve Nazlı Ilıcak’ların evindeydik.
Akşam yemeğinden sonra merhum Kemal bey, “Hamzakoyu telefonla arayıp Demirel’le konuşmak” fikrini ortaya attı.
Olacak şey gibi görünmüyordu ama bir ihtimaldi…
Denedi, başardı.
Telefonun öbür ucunda Süleyman beyin sesini duymak gerçekten büyük sürpriz oldu.
Hal hatır sorduktan sonra Kemal bey “Başbakan adaylarının adlarını” söyledi.
Önce Feyzioğlu…
Demirel, kesin dille karşı çıktı.
“Parti Genel Başkanıdır, olmaz. Asker partiler arasında ayrım yapmamalı…”
………………..
Sonuç…
Demirel telefonda bir başka adayı işaret etmekteydi.
“Kaptan-ı Derya’yı Başbakan yapsınlar.
Kaptan-ı Derya… Kaptan-ı Derya…”
Yani Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Org. Amiral Bülent Ulusu…
Gerçekten çalışkan, dürüst, yabancı dili güçlü, entelektüel, donanımlı, siyasetçilerle iyi ilişkilere sahip yüksek profilli bir kişilikti Ulusu.
Ne ilginçtir ki Feyzioğlu favori iken merhum Ulusu Başbakanlığa atandı.
Hamzakoy’la telefon konuşmaları hiç kuşkusuz dinlenmiş, kayda alınmış olmalıdır.
Ulusu’nun Başbakanlığında Demirel’in “Kaptan-ı Derya” söylemi belki de etki yapmıştı.
Ancak SABAH’ta dün Yavuz Donat, olaydaki “Turgut Özal” katkısını yazdı.
Yeni hükümetin Başbakan Yardımcılığı önerildiğinde Özal da Feyzioğlu’nun Başbakanlığına -siyasi parti lideri olduğu- gerekçesiyle karşı çıkmış.
O da “Bülent Ulusu’nun Başbakan yapılmasını” önermiş.
14 Ocak 1980 kararlarıyla yoğun bakımdaki ekonomiyi ayağa kaldıran Turgut Özal, sağ kolu Kaya Erdem’in Maliye Bakanı olmasını da bu görüşmede sağlamış.
Bülent Ulusu Deniz Kuvvetleri Komutanı… Başbakan Bülent Ulusu…
DÖRT LİDER VE ABD
ABD’nin Ankara Büyükelçisi Spain’den “dört liderin Hamzakoy ve Uzunada’daki askeri üslere gönderilmeleri” konusunda satırları da yansıtayım.
‘Demokrasi’nin en hızlı ve mümkün olan ve en eksiksiz şekilde yeniden tesisinin sağlanması için çalışmalar yürüteceğiz.
Yeni devlet yöneticilerini gereksiz yere küstürmediğimiz ve aşağılamadığımız sürece bu amacımızı gizlemeye gerek yok.
Demirel, Ecevit, Erbakan’ın ve Türkeş’in gözaltına alınmaları üzerine tutumumuz ne olmalı sorusunun cevabı için bir kaç gün beklemek istiyorum.’
DIŞ BASIN
Türkiye’deki gazeteler “dış basında 12 Eylül yorumlarını” sayfalarına taşımışlardı.
Ana akım medyadan örnekler şöyleydi:
MİLLİYET
“Ordunun yönetime gelmesi dışta olumlu karşılandı.”
HÜRRİYET
“Observer: Teröristleri temizleyip, yönetimi sivillere verecekler.”
TERCÜMAN
“Dış Dünya: TSK’nın yönetime el koyması, basın ve yayın araçları tarafından öncelikle duyuruldu: Ordu
mecbur kaldı.”
…………………
Aslında iç basındaki ana akım köşe yazılarında da hava olumsuz değildi.
Bağımsız İletişim Ağı Bianet’e göre “destek satıları da olmuş.”
Bianet’in yansıttığı üniversite araştırmasında “sadece Nazlı Ilıcak’ın -sonradan değişecek- farklı satırlarına” işaret ediliyor.
Şöyle ki:
Nazlı Ilıcak 10 Eylül’de “bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete” diye yazmıştı.
12 Eylül sonrası (14 Eylül’de) tehlikeli sulara giren yazısı üzerine kaşlar çatıldı.
“Kıyamet koptu.
Dünyanın sonu değilse bile, demokrasinin sonu geldi…”
16 Eylül’deki yazısında ise Nazlı “köşeleri törpülemiş” gibiydi.
“Ümidimiz memleketimizin birlik ve beraberliğimizin son şansı olan Türk Silahlı Kuvvetleri Harekatı’nın başarı ile neticelenmesidir.”
İç ve dış basında, ama özellikle dış basındaki “ihtiyatlı iyimserlik” için Org. Haydar Saltık katkısına işaret etmeliyim.
Saltık, MGK Genel Sekreterliğine getirilmişti.
12 Eylül’ü izleyen günlerde iç ve dış basın için düzenlenen toplantıda güler yüzlü, çok iyi İngilizce konuşan bu gözlüklü zarif general gazetecilerle ayrı ayrı ilgileniyor, soruları hatta sert eleştiri yüklü soruları da özenle cevaplıyordu.
Üniformalı “A+” kategorisinden bir birinci sınıf diplomat izlenimi bırakmıştı.
Ayrıca ihtilalin henüz ilk günleriydi.
12 Eylül’ün diğer yüzüyle ilerleyen zamanda tanışılacaktı.
Süleyman Demirel ve eşi Nazmiye Demirel ile Bülent Ecevit ve eşi Rahşan Ecevit Hamzakoy’dalar.
VE ÜNİVERSİTE
Akademik çevrede de hava olumsuz sayılmazdı.
Hatta “kutlamalar” bile vardı.
Örneğin…
“Bianet”e göre “İstanbul Üniversitesi Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ülkede bütünlüğü sağlamak amacıyla tüm yurtta yönetime el koymasını kutlamıştı.”
DAVETİYE
12 Eylül ihtilali öncesi yayınlar için de örnekler. (Bianet’ten)
“Anarşik olaylarda 25 kişi öldü.” (27 Ağustos Milliyet)
“Ocak’tan Eylül’e Anarşi Raporu: 8 ayda 1606 ölü.” (2 Eylül Milliyet)
“Demirel’in 170 günlük iktidarında 1361 kişi öldü.” (12 Mayıs 1980 Cumhuriyet)
“Terör eylem için pilot iller seçti.” (9 Eylül 1980 Hürriyet)
Böylesine karanlık tablonun -amaç dışı da olsa- komutanlarda “yönetime müdahale için psikolojik baskı oluşturduğu” iddiaları vardır.
Ama doğrudan “davetiye” çıkaranların olduğunu da belirteyim.
Kenan Evren’in Anıları 1. cilt, sayfa 218’den satırları dün Yavuz Donat yansıtmıştı.
“İsmini vermekte sakınca gördüğüm bir senatör bana gelmiş ve şöyle demiştir. Duruma müdahale etmemiz lazım.”
Yavuz Donat’tan bir de gözlem:
Aşırı sıcak geçen 1980 yaz mevsimi…
Genelkurmay Başkanı Kenan Evren’in ziyaretçisi çok.
Senatörler… Milletvekilleri… Gazeteciler… İş dünyasının temsilcileri…
Hepsinin söylediği söz hep aynıdır:
“Daha ne bekliyorsunuz? Darbe yapın.”
……………….
Sezen’in şarkısını hatırlayalım.
“Masum değiliz… Hiçbirimiz…”
………………….
12 Eylül’ün diğer yüzü bir başka yazı dizisine…
Seneye olabilir…