21 Temmuz’da gösterime girecek Oppenheimer filmi için biletler “ön satışa” çıkarıldı.
Yazın ortasında sinema salonları -neredeyse- boşken bir Hollywood filminin vizyona girişi ve biletlerinin “ön satışa” sunulması ilginç…
………………….
Ukrayna Savaşı bağlamında “Rusya’nın nükleer silah kullanma olasılığı” nedeniyle bu yazı senaryonun dayandırıldığı kitap ve film için.
………………….
Yıl 1946…
Beyaz Saray,
Oval Ofis…
Kısa sure önce Japonya’nın Hiroşima ve Nagasaki kentlerine tarihin ilk atom bombaları atılmıştır.
Oval Ofis’te Dönemin ABD Başkanı Truman “atom bombalarının babası” diye bilinen, Japonya’nın teslim olmasını sağlayan, ulusal kahraman, “bilim dünyasının Mesih’i” Robert Oppenheimer ile konuşmaktadır.
Oppenheimer, Başkan’ı atom bombasından çok daha güçlü olan hidrojen bombası üretiminden “vazgeçirtmek amacıyla” oradadır.
Çünkü yüz binlerce Japon’un öldürülmesine neden olan atom bombalarından, kendini “insanlık tarihi önünde sorumlu” tutmaktadır.
Başkan Truman sorar:
“Rusların nükleer bombayı ne zaman geliştirebileceği kanısındasın?”
Oppenheimer “bunun zamanını bilemediğini, ama tüm dünyada nükleer silah üretiminin durdurulması gerektiğini” söyler.
“Aksi halde, insanlık kendini yok edecektir” der.
Truman “Sovyetler
Birliği bu silahı asla üretemeyecek” gibi akıl dışı bir görüş dile getirir.
Lazer keskinliğinde bir zekâya sahip Oppenheimer, Başkan için “İdrak yoksunu” diye düşünür.
Sonra…
Usulca şöyle fısıldar:
“Bay Başkan, ellerimde kan görüyorum…”
Başkan Truman sinirlenir.
“Boş ver, yıkayınca çıkar” cevabını verir.
Rivayetlere göre, göğüs cebinden mendilini çıkarır, Oppenheimer’e vererek “Pekâlâ ellerini silmek ister misin?” gibi bir iğneleyici söylemle bilim adamının üstüne gitmeye devam eder.
Ardından ayağa kalkar, noktayı koyar.
“Endişelenme, bir şeyler yapacağız ve sen de bize yardım edeceksin…”
Oppenheimer, Oval Ofis’ten çıkarken Başkan Truman şöyle mırıldanmaktadır:
“Ellerinde kan varmış, kahretsin, ellerinde benimkinin yarısı kadar kan yok. Orada burada dolaşıp sızlanmayı kes!”
Daha sonra Dean Acheson’a “O o….pu çocuğunu bir daha bu ofiste görmek istemiyorum” talimatını verir.
Tarihin ilk atom bombası Japonya’nın Hiroşima kentine atılmıştı. 140 bin kişi yaşamını yitirmişti.
………………….
Atom bombasının babası Oppenheimer o gün “nükleer cini şişeye geri sokmasına yardım edecek güce sahip tek adamı etkileme fırsatını yakalamıştı ama bu eşsiz fırsatı değerlendirmeyi” başaramamıştı.
Meşhur “ikna gücünü” kullanamadığı için kendisine öfkeliydi.
Hafta sonu vizyona girecek Oppenheimer filminin senaryosu, Pulitzer kazanan “Amerikalı Prometheus” kitabına dayandırıldı. Yazarları Kai Bird ve Martin J. Sherwin…
OPPENHEIMER VE KOMÜNİST PARTİ
Oppenheimer dünyanın en büyük fizikçilerinden biriydi.
Alman kökenli Yahudi, zengin ve entelektüel bir ailenin çocuğuydu.
Babası Van Gogh ve diğer büyük empresyonist ressamların tablo koleksiyonuna sahipti.
Oğlu Robert Oppenheimer da kadim Yunan, Latince, Almanca, Fransızca, Hintçe, -Bülent Ecevit’in de tutkulu olduğu- Sanskritçe biliyordu.
Şiir yazıyordu, heykel, resim, mimari de ilgi alanındaydı.
Kimya ile başlamış Amerika, İngiltere, Almanya ve İsviçre’de fizik okumuştu.
“Kuantum fiziğinde” yer kürenin en büyük bilim adamlarıyla birlikte çalışarak zirveye çıkmıştı.
…………………..
ABD istihbaratına göre, “Hitler’in Nazi Almanya’sı İkinci Dünya Savaşı’nı galibiyetle noktalamak için çok değerli bilim adamlarıyla atom bombası
yapmak” üzere hızla ilerliyordu.
Amerika, bunun üzerine -çok gizli- kaydıyla “atom bombası üretimi” için “Manhattan projesini” başlatmıştı.
Projenin başında General Groves vardı.
Başkan’ı temsil ediyordu. Groves, atom bombasını yapacak bilim adamlarının başına Oppenheimer’i getirmişti.
Hem de “FBI’ın telefonlarını dinlediği, Komünist Partisi üyesi olduğu” yolunda kuşkular beslediği, ders verdiği Berkeley Üniversitesi’ndeki solcu diğer bilim adamlarıyla yakınlıklar kurduğu, öğrencileriyle sol fikirler paylaştığı” gibi
bilgiler içeren -netameli- dosyasına rağmen.
Üstelik bir soruşturmada FBI yetkililerine “Bana üç bilim adamı Sovyetler Birliği için casusluk yapmamı önerdi, reddettim” demişti.
Bu üç kişinin ismi sorulduğunda da alakasız bir ismi dile getirmiş, “Diğerlerinin adını vermek istemiyorum” cevabını vermişti.
Fakat bütün solculuk yönlerine rağmen “çok sıkı vatandaşlık bağlarıyla ABD’yi benimsediği, Sovyetler Birliği’yle herhangi bir ilişkisinin tespit edilemediği” gibi kanaat notları nedeniyle General Groves, Oppenheimer’i Manhattan projesinin başına geçirmişti.
Oppenheimer iflah olmaz bir sigara tutkunuydu. Yaşamını boğaz kanseri nedeniyle yitirmişti. Karikatürde sigara dumanı atom bombası için metafor olarak kullanılmış.
LOS ALAMOS’TA BİR ÜS
Uçsuz bucaksız çölleri, çorak dağlarıyla, kayalıkların ortasındaki Los Alamos’ta Manhattan projesinin gerçekleşmesi için -çok gizli- bir üs kuruldu.
Oppeheimer, ABD’nin en büyük süper fizik bilim adamlarını orada topladı.
Teorik fizikçiler ve deneysel (laboratuvar) fizikçileri zamanla yarışarak tarihin ilk atom bombasını yapmak üzere müthiş bir çalışmaya yoğunlaştılar.
Büyük baskı altındaydılar.
Üretecekleri “tarihin ilk atom bombası” Almanya’dan önce gerçekleşmeliydi.
Aksi halde…
Ya Almanya, atom bombasını daha önce gerçekleştirir ve patlatırsa…
ABD’yi, Rusya’yı, İngiltere’yi diğer müttefikleri diz üstü çökertirse, Hitler dünyanın tek egemeni olursa…
Bu felaket önlenmeliydi.
…………………..
Binlerce kişi kovandaki arılar gibi çalışıyorlardı.
Hedef içe doğru patlamalı, uranyum kullanılacak bir bombaydı.
Öte yandan…
Oppenheimer’in ve General Groves’in ABD gizli servislerinin haberi yoktu ama biri çok genç olmak üzere iki bilim adamı Los Alamos’tan Sovyetler Birliği’ne bilgi sızdırmaktaydı.
Ayrıca…
Oppenheimer atom bombasının hız kaybetmeden sonuca ulaşması için bazı bilim adamlarını kızağa çekiyor, başka ve daha yetenekli olanları da bölüm başkanlığına getiriyordu.
Bunları yaparken, ileride -ifadeleri,
iddiaları, ihbar yazılarıyla- kendisini “vatan haini” gibi bir algı ortamına itecek düş-
manlar yarattığının da farkında değildi.
…………………..
Yarın, Oppenheimer “ Ben ölümüm, ölümü yarattım” diyor ama “Gelecek neslin çocuklarını kurtarıyorum “ diye bir gerekçe üretiyordu.