Başlıkta yer alan “Taliban’dan müzik yasağı” yazının sonraki satırlarında...
Taliban Baş Sözcüsü Zabihullah Mücahid, ilk özel demecini NYT’ye (The New York Times) verdi.
“Geleceği inşa etmek ve geçmişte olanları unutmak istiyoruz” dedi.
“Taliban’ın intikam sürecini başlattığına ve özellikle kadınlara sert uygulamaları yeniden dayatacağına” dair iddiaları reddetti.
Mücahit “kadınların uygun şekilde giyinerek evlerinden yalnız ayrılma özgürlüğüne sahip olmakla kalmayıp, okula ve iş yerlerine geri döndüklerini” de söyledi.
NYT’ye göre bu görüntüler Kabil sokaklarındaki reklam panolarında ve TV ekranlarında yer alıyor.
Peki...
Ya “Taliban’ın kadınlara bir süre evde kalın” duyurusu?
Baş Sözcü Mücahid’e göre “Taliban’ın kadınlarla nasıl konuşacaklarını öğrenmeleri için biraz zaman gerekiyor!..”
Erkek refakati
Baş Sözcü Mücahid, “kadınların bir süre sonra günlük rutinlerine devam etmekte özgür olacaklarının altını” çiziyor.
Baş Sözcü’ye göre, “Taliban’ın bir kez daha kadınları evlerinde kalmaya ve yüzlerini kapatmaya zorlayacağı” yolundaki endişeler yersiz.
“Mahrem” olarak bilinen ve kadına ev dışında bir erkek vasinin eşlik etmesi anlamına gelen koşul ne olacak?
Mücahid “bir yanlış anlama olduğuna” işaret ederek “koşulu” şöyle açıkladı: “Okula, ofise, üniversiteye veya hastaneye giden kadınların mahreme ihtiyaçları yoktur. Sadece üç gün veya daha uzun yolculuklar için yanında erkek vasi olması gerekecek.”
‘İnsan kaynaklarımız kurumasın’
Baş Sözcü Mücahid Afganistan’dan çıkarılmak istenen “vasıflı iş gücü” için Taliban’ın itirazı olduğunda ısrarlı. “Doktorları, profesörleri ve burada ihtiyacımız olan diğer insanları çıkarmamalılar. Onlar Amerika’da ancak bulaşıkçı ve aşçı olabilirler.”
Taliban için çok daha hoşgörülü bir imaj çizmeye çalışan Baş Sözcü Mücahid NYT’nin bir sorusunu doğruladı:
“Müziğin halka açık yerlerde kullanılmasına izin verilmeyecek.”
Yani evde müzik var, sokakta, meydanda yasak.
Neden?
Baş sözcünün portresi
Mücahit, NYT’ye bu röportajı Bilgi ve Kültür Bakanlığı’nda verdi.
Mücahid’in “Bilgi ve Kültür Bakanı” olması olası görülmekte.
Ülkenin başlıca dilleri olan “Peştu” ve “Dari” dillerine hakim.
43 yaşındaki Mücahid kendini “Paktia Eyaleti’nin bir yerlisi ve Pakistan’daki ünlü Darül Ulum Hakkaniye Medresesi İslam Hukuku mezunu” olarak tanımlıyor.
SU KÜLTÜRÜ
Kıvanç Tatlıtuğ, Türkiye’nin “su sorunu” farkındalığı için önemli bir katkıda bulundu.
Oynadığı reklam filmi, bir markanın ticari tanıtımına katkı vermenin ötesinde anlam ve işleve sahip.
........
Su, 21. yüzyılın büyük sorunu.
Bir yandan iklim değişikliği, öte yandan suyu “vandalca” yağmalayışımız sonucu mavi gezegenimizde nehir suları cılız akıyor, göller kuruyor, pınarlar kayboluyor.
Yer altı suları da sorumsuzca tüketilmekte.
“Su hayattır...”
Bu farkındalığı yeniden sağlamak gelecek kuşaklar için hepimizin görevi.
Ankara’da doğdum
Annem ve babam İstanbullular.
Ancak...
İş Bankası’nın kuruluş yıllarında Ankara’ya gelmişler ve İş Bankalı olmuşlar.
“İş Bankası’nda çalışırken tanıştıklarını, Genel Müdür Bayar’ın Akay Caddesi’ndeki lojmanında tenis oynarken flörte başladıklarını, nişanlarını da Celal Bayar’ın taktığını” yazmıştım.
Bu mutlu evlilik Ankara’da sürerken doğdum.
VAHA
Çocukluk ve ilk gençlik yıllarım Ankara’da geçti.
Ankara “bozkır” olarak bilinirdi ama öyle değildi.
Atatürk başta -kendi adını taşıyan- Orman Çiftliği olmak üzere kenti yeşillendirmişti.
Atatürk Bulvarı, caddeler, hatta sokaklar boyunca ağaçlar dikilmişti.
Annemin kız kardeşi “Su Süzgeci’nin Müdürü Necati Evren’le evliydi.”
Su süzgeci, Çubuk Barajı’ndan gelen suları tesislerinde süzer, arındırır, klorlardı.
Sonra da bu sular rafting yapılabilecek uzun bir açık havuzda köpürerek gürül gürül akar, havalandırılırdı.
Bu son işlemden sonra çözülmüş, arındırılmış, klorlanmış, havalandırılmış sular, belediye şebekesine verilirdi, Ankara’ya dağıtılırdı.
Necati eniştem ve teyzem su süzgecinin lojmanında oturuyorlardı.
Cennet gibiydi her yer.
Güller, çeşit çeşit çiçekler, ulu ağaçlar, yemyeşil çimler arasında pırıl pırıl asfalt yollar.
Bizim aile içi bağlar kuvvetlidir.
Bir hafta sonu onlar bize gelirdi, diğer hafta sonu biz onlara giderdik.
O her taraftan duyulan gürül gürül su sesi...
Bol suyla beslenen çiçekler, ağaçlar, yeşillikler çocuk yaşımda bile bende “sevgiyle beslenen köklü su kültürü” oluşturmuştu.
Zaman zaman görevlilerden izin alarak “su süzgeci” tesislerinin içine de girerdim.
Sanki bir “su âleminde” yaşar gibi hissederdim kendimi.
Çubuk Barajı
Ankara’nın o zaman güzel mesire yerlerinden biri de Çubuk Barajı’ydı.
“Su süzgecinde” arıtılarak, ilaçlanarak, havalandırılarak Ankara şebekesine verilen sular işte bu barajdan gelirdi.
Güzel bir baraj gölüydü.
Lokantası da vardı.
Özellikle ilkbaharda bazı pazar günleri Çubuk Barajı’na giderdik.
Öylesine keyifliydi ki güneş düşmeye başladığında “Buradan ayrılacağız” diye hüzünlenirdim.
Konuk Şah ve Kraliçe
Çubuk Barajı, devlet konuklarının da ağırlandığı önemli bir yerdi.
Yıllar sonra kadim ve değerli dostum Kemal Baytaş, Çubuk Barajı’nın müdürüydü.
Ondan dinlediğime göre, Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes, İran Şahı Rıza Pehlevi ve Kraliçe Süreyya’yı oradaki tesislerde ağırlamış.
Kokteyl ve sonrasında yemek...
Başka ülkelerden cumhurbaşkanları, başbakanlar, prensler de Çubuk Barajı’nın devlet konuğu olmuşlardır.
Gölbaşı kampım
Ankara Hukuk Fakültesi’ne ve gazeteciliğe aynı zamanda başladım.
Sınavlardan önce yıllık iznimi alırdım.
Bir ay kapanır, gece gündüz çalışırdım.
Sonra...
Gölbaşı’nı keşfettik.
Sınıf arkadaşım sevgili (merhum) Sarper Kartal’la birlikte gazeteciler cemiyetinin Gölbaşı’ndaki lokalinde “sınav kampına” gidiyorduk. Sabah erken saatlerde kayıkla göle açılırdık.
Sarper yaban ördeği vururdu.
Getirir, lokalin aşçısına teslim ederdik.
Akşamları bir iki saat yemek molası keyifli olurdu. Şehirden arkadaşlarımızı da -yemekten sonra gitmeleri kaydıyla- davet ederdik.
Gölbaşı, şimdi yerleşim yeri olmuş.
ODTÜ’nün Eymir Gölü’nü besleyen ağzı da kapanmış.
Eymir küçülmekteymiş.
Bunları içim acıyarak dinledim. Gölbaşı’nı bir kıyıdan diğer kıyıya yüzerek geçmek, Eymir Gölü’nde kürek yarışları izlemek...
Piknik yapmak...
Bilmiyorum hâlâ ritüeller arasında mı?
İşte size bir zamanların bozkır şehri Ankara’dan “sulak” anılar...
“Son söz suyu arıtmak, topluma sunmak beceri gerektirir. Suyu kullanmak ise kültür gerektirir.”