Soru:
“Vahdettin hain miydi?”
Cevap:
“Burada anket mi yapıyoruz?”
Fatih Altaylı’nın Teke Tek programında konukları İlber Ortaylı ve Murat Bardakçı’ydı.
Bağıra çağıra içi boş tartışmalar değil, bilgiye dayalı, derinliği olan, kaliteli bir sohbet izledik.
İlber Ortaylı “kategorik” bir hüküm bildirmek yerine konuyu irdelemeyi tercih etti.
Sözlerinin sonunda da hüküm telaffuz etmedi.
…………….
Bülent Ecevit “Vahdettin hain değildi” demişti.
Murat Bardakçı da o gece “Vahdettin büyük hatalar yaptı ama hain değildi” görüşünü dile getirdi.
En küçük tavırlar için bile “vatan haini” söylemlerinin havaya uçuştuğu günümüzde bu iki kelimeyi dile getirmek eskisi kadar ağırlık taşımıyor.
Bunun yerine, olayı gözler önüne sermek, herkesin kendi vicdanında ve beyninde kanaate varmasına katkıda bulunmak sanıyorum daha gerçekçi.
Lord Kinross’un “ATATÜRK… Bir Milletin Yeniden Doğuşu” adlı kitabından bazı satırlarla öyle yapmaya çalışacağım.
Sultan Vahdettin Malta’ya ayak basıyor.
SALTANATIN SONU
Ankara’da TBMM toplantısında oylama yapılmış ve “saltanatın sona erdiği” kararı alınmıştır.
Vahdettin artık sultan değil sadece halifedir.
Meclis’in aldığı karar İstanbul’a ulaşır.
Ankara yönetiminin İstanbul’daki temsilcisi Refet Paşa durumu itilaf devletlerine bildirir.
Artık tek yetkili Ankara’dır.
Vahdettin İngiltere’nin İstanbul’daki Büyükelçisi Rumbold’u Yıldız Sarayı’na çağırtarak uzun ve sıkıntılı bir görüşme yaptı.
“Kendisine güven verilmesini” istedi ama boş yere.
Rumbold ona “İngilizlerin artık Ankara Hükümeti’nden başka kimseyle görüşmeyeceklerini” bildirdi.
Bunun dışında verebildiği söz “Padişah, ani bir tehlike karşısında tahtını bırakmak ya da bırakmadan çekilip gitmek isterse, kişisel güvenliğinin sağlanacağı” oldu.
Rumbold az sonra Lozan’a gitti.
Gitmeden önce Harrington’a (İstanbul İşgal Kuvvetleri Komutanı) “Padişahın hayatından sorumlu olacağını” söyledi.
Eğer durum daha ciddileşirse, Padişah, bağlılığına güvendiği mızıkacıbaşısıyla Harrington’a haber yollayacaktı. (Vahdettin’in en güvendiği kültür adamı müzisyeni olması devletin ne halde olduğuna bir kanıttır. G.C)
KADERDEN KAÇIŞ YOK
Vahdettin hâlâ kaderinden kurtulmaya çalışarak, mabeyincisini Refet Paşa’ya gönderdi.
Ve “Gazi ile hemen görüşmek istediğini” bildirdi.
“Ankara’dan gelecek bir temsilciyi kabul etmeye de hazırdı, Gazi’ye bunu mektup ya da telgrafla açık olarak bildirecekti.”
Fakat hiçbir mektup gelmedi; Refet Paşa da “Padişah’ın yakında kaçmak niyetinde olduğunu” anladı.
Bunun üzerine Sultan’ın deniz yaverini “onun yaptıklarını gözlemekle” görevlendirdi.
“Yaver, yakalanır da görevinden atılacak olursa, ona başka bir iş bulmaya” söz verdi.
SON CUMA
Padişah 10 Kasım’da sanki hiçbir şey olmamış gibi cuma selamlığında bulundu.
Yüzü berbattı.
Rengi, Padişah değil de gölgesi denecek kadar solmuştu.
Az sonra mızıkacıbaşı Harrington’a giderek “Sultan’ın kendisini tehlikede gördüğünü ve İngilizlerden onu alıp hemen götürmelerini istediğini” söyledi.
Harrington mızıkacıbaşının elinden bir de kâğıt aldı.
Mektup şöyleydi:
“Dersaadet (İstanbul) İşgal Orduları Başkomutanı General Harrington Cenaplarına…
İstanbul’da hayatımı tehlikede gördüğümden İngiltere Devleti fahimesine iltica ve biran evvel İstanbul’dan mahall-i ahara naklimi (başka bir yere götürülmemi) talep ederim efendim.”
Harrington şimdi “son Padişah’ı saraydan canlı olarak çıkarmak” sorunuyla karşı karşıya kalmıştı.
Bu da Saray iyice koruma altında ve milliyetçi ajanların göz hapsinde bulunduğu için kolay bir iş değildi.
Harrington emrindeki subaylardan bir kaçına açılarak buna göre bir plan kurdu.
SON GECE
Padişah maiyetindekilere “o geceyi Merasim Köşkü’nde geçirmek istediğini” söyledi.
Bu köşk, bahçenin uzak bir ucunda, İngiliz barakalarının bulunduğu alana giren Malta kapısının yanı başındaydı.
İsteği, hiçbir kuşku uyandırmamıştı.
Oğlu ve kendisiyle birlikte gidecek olanlar gelip köşkte Padişah’a katıldılar.
Başmabeyincisi, mızıkabaşıcısı, doktoru, iki sadık kâtibi, bir uşak, bir berber, iki de harem ağası; hepsi 9 kişiydi.
Vahdettin bütün gece, pirinç masalar üzerindeki tabancalarla mücevherlerinin, kıymetli taşlarının ve daha başka değerli eşyalarının sandıklara yerleştirilmesini başlarında durarak bekledi.
Eşyalar arasında Sultan Selim’e ait som altından küçük bir masa da vardı.
Küçük grup sabahın 6’sında köşkten çıktı.
Dışarıda, üzerinde “kızıl haç” işareti olan iki İngiliz cankurtaranı bekliyordu.
Yakındaki geçit alanında da bir İngiliz müfrezesi talim yapıyordu.
Önce gelen cankurtaranda maiyetindekiler vardı.
Sonra da Padişah’ın bindiği cankurtaranın lastiği patlamış, hemen değiştirilmesi gerekmişti.
Çok geçmeden o da geldi.
Harrington ve Henderson, Sultan’ı selamladıktan sonra Deniz Kuvvetleri’nin bir motoruna bindirdiler.
Motor onları İngiliz “Malaya” zırhlısına götürdü.
Gemiye çıkınca Harrington, Padişah’a “artık İngiliz toprağında ve güvenlikte olduğunu” söyledi.
“Nereye gitmek istediğini” sordu.
Malta adı ileri sürülünce kabul etti.
Malaya gemisi Sarayburnu’nu dönerek Marmara’ya açıldı.
ALTINLARI SONRADAN
Henderson elçiliğe dönünce Rumbold’a yazmış olduğu mektuba bir not ekledi:
“Her şey yolunda, Zat-ı şahane 8.45’te Malaya’daydı.
Bütün iş bir aksilik çıkmadan başarıldı. Gittiği için memnunum.”
Düşük Padişah Vahdettin Malta’da bir villaya yerleşti.
Rumbold’un yaptığı son görüşmeden sonra, İngiliz elçiliği, Sultan’ın paralarıyla kıymetli eşyalarının dışarıya gönderilmesine aracılık etmişti.
Böylece yaşamasına bol bol yetecek parası oldu.
Gidişinden bir ay sonra Harem ağalarından biri eşleriyle ailesini alıp götürmek için İstanbul’a geldi.
…………….
Vahdettin’in “Mustafa Kemal ve silah arkadaşları için idam kararı… ABD mandasını isteyişi, Kurtuluş ordusunun üzerine kuvvetler kurması” başka bir yazıya…