DİSK Başkanı Süleymen Çelebi, 12 Eylül’den sonra 4 yıl hapis yatmış. Melike Demirağ, Almanya’da yıllarca yaşamak zorunda kalmış. Hatta vatandaşlıktan çıkarılmış.
Şerif Sezer, Yılmaz Güney’in Cannes Film Festivali’nde ödül alan “YOL” filminde oynamış ama, bu filmin Türkiye’de ancak 17 yıl sonra gösterilebilmiş olmasından yaralı.
Gene Berlin Film Festivali Gümüş Ayı ödüllü “Hakkari’de Bir Mevsim” ise gösterimin yapılacağı gece, askeri yönetim tarafından yasaklanmış.
Onlar değişik alanlarda ama aynı yaşam çizgilerinde, aynı yazgıları paylaşanlara “demokrasi gazileri” diyorlar.
DİSK Başkanı Süleyman Çelebi, DİSK’e bağlı Tekstil İşçileri Sendikası’nın tekstil işverenlerini de destekleyen tam sayfa ilanla kamuoyunda sempati yarattı.
19 yaşında Sendika Başkanı olan bir emekçi gurusu.
Önümüz 1 Mayıs...
1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak için DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi’yi kararlı gördüm. O aşama elbette yasalara, idareye ve DİSK’in duruşuna bağlı.
Ben “1 Mayıs ve DİSK” konusuna “travma” açısından yaklaşacağım.
1977’ye kadar Taksim’de kutlanan 1 Mayıs’lara DİSK’ten kaynaklanan “kan lekesi” bulaşmış değildir.
1977’de ise akan kanın sorumlusu DİSK değildi. Meydana bakan Sular İdaresi duvarından 10 binlere yaylım ateşi açılmış, kan karanlık güçler tarafından akıtılmıştır.
Tezgahın amacı Türkiye’yi daha da karıştırmak ve 12 Eylül 1980 İhtilali’ne zemin hazırlamaktı. Kanlı provokasyon senaryosunu onlar sahneye koymuşlardı.
Taksim Meydanı’ndaki 10 binler arasında bu yaylım ateşle öldürülenler, yaralananlar, ezilenler öyle bir dehşet görüntüsü olarak belleklere kazındı ki, 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak artık toplumsal “travma” oluşturdu.
Ertesi yıl 1 Mayıs yaklaşırken kaygılar yoğunlaşmıştı. Gene aynı dehşetin tekrarlanma olasılığı ürperti
Gizli görüşmelerle, Ankara ve Erivan arasında bir yol haritası üzerinde anlaşıldığı açıklandı. Bu bana iki anıyı hatırlattı.
Kıbrıs konusunun alevli günlerinde Dışişleri’nin unutulmaz bakanlarından İhsan Sabri Çağlayangil, Yunan Dışişleri Bakanı’na şöyle der:
“Aramızdaki sorunların hiçbiri çözülemez şeyler değil. Ancak sizin de bizim de üzerlerimizde öyle ağır kamuoyu baskısı var ki elimiz ayağımız bağlanıyor. İster istemez tribünlere oynuyoruz.
Oysa, seninle İsviçre’de bir dağ evinde kapansak, saatlerce konuşsak eminim ortak çözümlere ulaşırız.
Keşke bunu deneyebilsek.”
Yunanistan Dışişleri Bakanı’nın Çağlayangil’e cevabı ilginçtir:
“Doğru söylüyorsun ama basının, İsviçre’de bir dağ evinde kapandığımızı haber almaması mümkün değil. Sabah gözümüzü açtığımda bir bakarız ki kapının önünde gazeteciler toplanmış. İneriz... Onlara, sen de ben de onunla anlaşmak mümkün değil diye birbirimizin aleyhinde suçlamalarda bulunuruz.”
AKP iktidarı, işçiyle işvereni omuz omuza getirecek başarıyı da sağladı.
Çetin Altan ustanın üç kelimelik “Bir Avuç Gökyüzü” söylemi harikulade bir anlatımdır.
Umudu, kitap kapağında kelimelerle resimlemiştir.
Hürriyet gazetesinde “Beş dakikanızı bize ayırır mısınız?” başlığıyla yayımlanan DİSK/Tekstil İşçileri Sendikası’nın ilanı, Türkiye’de karanlıklar arasında bir avuç gökyüzü gibi umut vericiydi.
İlanın altında DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi ve Tekstil İşçileri Sendikası Başkanı Rıdvan Budak’ın imzaları vardı.
Ayrışmaların, kutuplaşmaların, sertliğin, bencilliğin, keskin taraf olmanın, öfkenin, hoyratlığın, buyurganlığın, acımasızlığın silindirler gibi temel değerlerin üzerinden ezip geçmekte olduğu şu dönemde bu ilan, bir kardelen çiçeği gibi başını çıkardı.
İlanda “2 buçuk milyon nüfusun çalıştığı tekstil sektörüne destek çağrısı” yapılıyor.
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, dün AKP Grup toplantısında “23 Nisan” için şöyle dedi:
“Demokratik sistemlerde meşruiyetin kaynağı millettir. 23 Nisan, tarihimizde çok önemlidir. Milli egemenliği aşındırmak isteyenler var.
Milli egemenliği bu millete çok görüp hukuk dışı örgütlenmelere başvuranlar var.
Ne yazık ki demokrasiye yönelik tehditler, Millet Meclisi içerisinden de avukatlar bulabiliyor.”
Kimi ve hangi söylemi referans aldığı açık...
Yargıdaki bir davanın, muhalefet elbette avukatı olamaz.
Ama...
KIBRIS’taki seçim sonuçları iki açıdan önemli.
1- CTP neden kaybetti?
2- Kıbrıs’ta Güney ve Kuzey arasında çözüm buzluğa mı konuyor?
Önce birincisi...
Seçimi yitiren Cumhurbaşkanı Talat’ın CTP’si, son yerel seçimleri sahillerde kazanan CHP’ye ciddi bir uyarıdır.
Şöyle ki:
CTP, “iktidar birikimi ve deneyimi” olamayan bir parti.
AŞK-I Memnu’nun Firdevs’i Nebahat Çehre, “Yılmaz bana bebeğim diye hitap ederdi” diyor.
“Yılmaz’ın bir tek isteği vardı, eve geldiği zaman kapıyı benim açmamı isterdi. Çünkü eve asla çiçeksiz gelmezdi. Kapı açıldığı zaman ilk kır çiçeklerini uzatırdı” diye anlatıyor.
Yılmaz aynada kendine ateş etti
YILMAZ Güney’le ilgili en ilginç anısını paylaşıyor:
PUSLU havayı seven kurtların dışında, bu ülkede kim, demokrasi dışı bir rejimi isteyebilir ki?..
Darbeciler yok mudur?
Her dönemde oldu.
Ya darbeseverler?..
Geçmiş yıllarda darbe söylentileri çıktıkça o darbeseverler lacivertleri giyip parlamento koridorlarında olağanüstü dönemin bakan adayları olarak volta atarlar, vitrin yaparlardı.
Yazdıkları yeni anayasa taslakları çantalarında olurdu.
Parlamento muhabirliği yıllarımda onlarla “Barut kokusu almış, lacileri çekmiş” diye dalga geçerdik.