Fransa’da hükümete yönelik eleştiriler her geçen gün artıyor. Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Kovid-19 krizini yönetemediğinden şikayetçi olan kanaat önderleri, küresel salgını bahane göstererek olağanüstü hal yönetimine geçme kararı alan Macron’u demokratik hakları sınırlamakla itham ediyorlar. Macron ise “ülkede 66 milyon savcı bulunuyor” şeklindeki açıklamasıyla eleştirileri elinin tersiyle itiyor.
Ancak muhalefet partilerinin temsilcileri, Macron’un ülkeyi adeta bir imparator veya bir kral gibi yönetmeye çalışmasını ve parlamentoyu devre dışı bırakmış olmasını eleştiriyorlar. Ayrıca ülkenin bir hükümet tarafından değil adeta Ulusal Savunma Konseyi’nin tekelinde yönetildiği eleştirisini yöneltiyorlar. Olağanüstü halin uzatılmasını da Macron’un anti demokratik iştahının bir göstergesi olarak değerlendiriyorlar. Ülkenin en önemli sağlık kuruluşu olan ve geçmişte dünyaya aşılar mal eden Pasteur ile Sanofi’nin Kovid-19’a karşı aşı geliştirememiş olmaları da ülkede çok sert bir şekilde eleştiriliyor. Sanofi, Pfizer firmasının bioNTech ile bulduğu aşının Fransa’daki taşeron üreticisi olacak. Bir başka deyişle Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesi olup, aşıyı bulmayan yegane ülke Fransa.
“Macron rejiminin olağanüstü hali 1 Haziran tarihine kadar uzatma isteği ve kararnamelerle ülkeyi yönetme çabasına karşıyız” diyen muhalefet partisi La France İnsoumise (LFI) milletvekili François Ruffin, “Fransa, Macron’un iki dudağı arasındaki kararlarla yönetiliyor” diyerek ülke liderine çok sert eleştirilerde bulundu. Ana muhalefet partisi de LFI’nin eleştirilerine katıldı. Siyasal yelpazede sağda bulunan Cumhuriyet Partisi üyelerinden Raphael Schellenberger de Sosyalistler’in eleştirilerine katılarak, Macron’un her fırsatta özgürlükleri kısıtlayan kararlarının tehlikeli hale geldiği uyarısıyla Cumhurbaşkanını eleştiriyor. Fransa’da demokratik hakların eridiğine yönelik eleştirileri taçlandıran endeks de İngiltere’nin ünlü The Economist dergisinden geldi. The Economist dergisinin kardeş kuruluşu olan The Democracy Index her sene liberal demokrat değerlere göre ülkeleri özgürlük oranına göre sıralıyor. 2020 yılının değerlendirmesine göre Fransa 4 sıra gerileyerek, ‘flawed democracy’ yani kusurlu demokrasi kategorisine yerleşmiş. Bu olay da kendi başına büyük bir tartışma yaratmıyor değil.
Diğer yandan Atlantik Konseyi’nin toplantısına katılan Macron’un ABD’deki yeni dönemde Transatlantik ilişkilerin yeni durumu adlı oturumda Türkiye ve Rusya konusunda sergilediği tutum da uluslararası ilişkiler alanında dirsek çürüten kişiler tarafından da eleştirilmedi değil. Zira NATO üyesi Türkiye’yi eleştirip, Rusya’ya zeytin dalı uzatarak Washington yönetimine Rusya ve Çin ile diyaloğa gitme çağrısını bir çelişki olarak nitelediler.
Bu çerçevede 2022 yılında Fransa’da yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar Macron’un aşırı sağcı Ulusal Birlik Partisi lideri Marine LePen’in iktidara gelmesini engellemek için ülkeyi çok daha iyi bir şekilde yönetmesi gerekiyor. LePen, Macron’un zafiyetlerinden faydalanarak hiçbir eylemde bulunmadan her geçen gün popülaritesini maalesef artırıyor. Macron’un kötü yönetiminden istifade etmesini biliyor. Nitekim Le Figaro gazetesinin hafta başında yaptığı “hükümet sizce doğruları söylüyor mu ?” sorusuna halkın %27’si evet, %71’i hayır cevabını verdi. Fransa’da tüm kesimler tarafından dile getirilen demokratik erozyon sanki Macron’un iktidarını pekiştirmiyor, aksine, Marine LePen’in ekmeğine yağ sürüyor...
Yeşil mutabakatın diplomasi ve jeopolitiği
AB’nin ekonomi alanında önde gelen düşünce kuruluşu Bruegel 3 Şubat’ta “Avrupa Yeşil Mutabakatının Jeopolitiği” başlıklı bir rapor yayınladı. Raporda, Avrupa Yeşil Mutabakatının Avrupa enerji sistemini radikal bir şekilde dönüştürmeyi planladığına vurgu yapan Bruegel, AB’nin bu dönüşümün jeopolitik yansımalarını yönetmeye hazırlıklı olması gerektiğine de dikkat çekiyor. Örneğin Rusya ve Cezayir gibi petrol ve gaz ihracatçısı ülkelere AB’nin yardımcı olması gerektiği uyarısında bulunurken, ABD ve Çin gibi küresel oyuncularla da angajmanın önemine işaret ediyor. Rapor, halihazırda AB enerji sisteminin dörtte üçünün fosil yakıtlara dayandığını hatırlatırken, 2015-2030 yılları arasında kömür ithalatının %71-77, petrol ithalatının %78-79, doğalgaz ithalatının ise %58-67 oranında azalmasının beklendiğine işaret ediyor.
Avrupa enerji sistemindeki bu dönüşümün jeopolitik yansımaları kaçınılmaz olacak. Rapor, AB’nin, petrol ve gaz ihraç eden komşularıyla karşılıklı diyalog sağlayarak bu ülkelerin yenilenebilir enerji ve gelecekte Avrupa’ya ihraç edilebilecek yeşil hidrojen dahil olmak üzere, ekonomilerini çeşitlendirmelerini teşvik etmesi tavsiyesine yer veriyor. Kritik ham maddelerin tedarik güvenliğinin iyileştirilmesi gerektiği ifade eden rapor, AB’nin daha yüksek bir çeşitlendirme sağlanması gerektiğine işaret etmekte.
Bruegel raporunda ABD ve diğer bazı ortaklarla bir ‘iklim kulübü’nün tesis edilmesini de öneriyor. Birleşmiş Milletler Kalkınma Ajansı UNDP’nin gelişim endeksi yeşil mutabakatı şimdiden değerlendirme endeksine dahil etmiş durumda. Buna göre dünya sıralamasında Norveç hala birinci konumda olsa bile global kalkınma endeksi 15 puan geriledi. Lüksemburg 133 puan, Avustralya 72 puan, Kanada 40, ABD 45, Birleşik Arap Emirlikleri 87 puan gerilediler. Bu çerçevede her ülkenin yeşil mutabakata yönelik olarak iç çalışmalarını ve yapılanmasını iyi yapması gerekiyor. Aksi takdirde makas açılır ve fark kapatılamaz hale gelir. Olası Jeopolitik kaygılar da cabası...