Güldener Sonumut

Güldener Sonumut

ntvbenelux@gmail.com

Tüm Yazıları

Almanya’da iktidar değişikliği gerçek oldu. 16 yıllık Hristiyan Demokrat iktidarına Alman seçmeni dur dedi. Avrupa Birliği’nin (AB) ortak tarım politikasının yeni moda kavramı gereği, Alman seçmeni Merkel’in partisini bir süreliğine nadasa yatırdı. Ülke yeni başbakanına kavuştu. 26 Eylül’de düzenlenen genel seçimlerde sandıklardan birinci parti olarak çıkan Sosyal Demokrat Olaf Scholz başbakanlık koltuğuna oturdu. 3 parti arasında gerçekleştirilen koalisyon görüşmeleri tam 10 hafta sürdü. Bu süre zarfında birbirinden farklı politikalara sahip, sorunlara farklı çözümler öngören Sosyal Demokratlar (SPD), Yeşiller ve Liberal Demokratlar (FDP), Almanya’nın devlet politikasına aykırı düşmeyecek ortak payda üzerinde fikir birliğine varabildiler. Avrupa ülkeleri arasında koalisyon kültürü en gelişkin ve medeni olan ülke kuşkusuz Almanya. Almanya’ya İsviçre de eklenebilir, siyasi modeli farklı olsa bile.

Haberin Devamı

Scholz göreve gelir gelmez kolları sıvadı ve ilk dış gezisini Fransa’nın başkenti Paris’e gerçekleştirdi. Fransa ile Almanya arasındaki tarihi ilişkilere ve dostluğa önem verdiğinin mesajını Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’a ve dolayısıyla Fransa halkına iletmiş oldu. İki lider arasında AB politikaları, ekonomi ve dış politika konuları ele alındı. AB ve çevre politikalarında Almanya ile Fransa arasında temel olarak bir görüş birliği yok değil. Örtüşen birçok konu var. Ancak savunma alanı ile bütçe disiplini konusunda Macron ile Scholz’un görüşleri ayrışıyor. Scholz, AB’nin Euro bölgesi üyesi ülkelerin artık mali disipline ve dolayısıyla istikrar paktına dönmeleri gerektiğine inanıyor. Fransa ise istikrar paktının şartlarının çok katı olduğunu düşünüyor ve kuralların esnetilmesi gerektiğine inanıyor.

Bir diğer görüş ayrılığı ise savunma alanında belirdi. Zira Scholz, AB’nin savunma alanında stratejik otonomisine karşı değil. Ancak stratejik otonominin hiçbir şekilde NATO’yu gölgelememesi gerektiğine inanıyor. Hatta Almanya’nın savunmasının temel taşının NATO olduğunu hatırlatarak, Macron’la görüştükten sonra aynı gün Brüksel’e gelip NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’le karargahta bir araya geldi. Burada ülkesinin Transatlantik ilişkilere verdiği önemin altını çizdi. Almanya’nın savunma şemsiyesinin AB değil NATO olduğunu bir kez daha teyit etti. Koalisyon ortakları arasında Yeşiller partisinin yer almasına rağmen, NATO’nun temel amacının nükleer silahsız bir dünya olduğunu hatırlatmakla beraber nükleer silahlara caydırıcılık politikası kapsamında ihtiyaç duyulmaya devam edileceğini vurguladı.

Haberin Devamı

Keza Almanya’nın savunma harcamalarını artırmaya yönelik devlet politikasını devam ettireceğini de taahhüt etti. Neticede 5 yıl önce seçimlerde bir daha parlamentoda temsil edilemeyecek denilen Alman Sosyal Demokrat Partisini neredeyse küllerinden yeniden canlandıran Olaf Scholz, sandıklardan partisini birinci konumdan çıkarmayı başardı. Seçim dönemindeki vaatlerinin hepsini hayata geçiremeyecek. Zira ülkesini üç partili bir koalisyon yönetiyor. Ancak göreve gelir gelmez, Almanya’nın dış politikadaki devlet politikasını, niyetlerini, taahhütlerini ve hedeflerini ilk elden ve ilk ağızdan, Fransa, AB, NATO ve dolayısıyla ABD ve müttefiklerine bildirdi. Scholz, Rusya ve İran konusunda ABD’ye daha yakın duracak gibi görünüyor. Fransa’yla nükleer santrallerin finansmanı ve bütçe disiplini konusunda görüş ayrılıkları yaşayabilir.

Haberin Devamı

Sosyal Demokratlar, İsveç, Danimarka, Finlandiya, İspanya, Portekiz, Belçika, Hollanda ve Almanya gibi ülkelerde yeniden iktidar veya iktidar ortağı olurken, Hristiyan Demokratlar da Batı Avrupa’da zemin kaybetmeye devam ediyorlar. Avusturya’daki Hristiyan Demokrat iktidar da kısa vadede iki kez başbakan değiştirmek mecburiyetinde kaldı. Olaf Scholz'un liderliğindeki Almanya, AB’yi bir günden diğerine değiştirmeyecek. Zira devlet politikaları aniden değişmez, sadece zamanla evrilir. Ancak Avrupa’ya yeni bir soluk getirirken, daha saydam, daha öngörülebilir ve Transatlantik ilişkileri sekteye uğratmayacak bir politika uygulayacak.

Ayağının tozuyla Olaf Scholz

Finlandiya’nın ‘şaşırtan’ F-35 hamlesi

Finlandiya’yı yakından izleyenler şaşırmadı. Ancak ülkeyle ilgili olarak ‘önyargıları’ olanlar veya bölgedeki gelişmeleri izlemeyenler hayret etti. Finlandiya, hava kuvvetleri envanterinde yer alan ve eskimekte olan F-18 savaş uçaklarını F-35’lerle değiştirme kararı aldı. Üstelik elindeki 55 adet F-18 yerine 64 adet F-35 sipariş etti. Helsinki yönetiminin bu kararı AB içerisinde şaşkınlık yarattı. Zira son günlerde ülkeyi yöneten 36 yaşındaki Başbakan Sanna Marin biraz magazin, biraz da siyasi haberlerin gündemine düşmüştü. Kovid temaslıyken arkadaşlarıyla gece kulübüne giden Marin, basın tarafından görüntülenmişti. Halkından sorumsuz davranışı ve ulusal güvenliği tehlikeye attığı gerekçesiyle ivedilikle özür dilemişti.

Finlandiya’yı yakından izleyenler ise karara şaşırmadı. Zira Helsinki yönetimi uzun süredir NATO ile çok yakın bir mesai içerisinde. Tam üye olmasa bile İttifak’ın neredeyse bütün önemli toplantılarına katılıyor.

Finlandiya’ya romantik bir şekilde yaklaşanlar, Başbakan Marin’in İsveçli Gripen veya bir İngiltere-Almanya ortaklığı olan Eurofighter’dan uçak sipariş edeceğini bekliyordu. Marin ise ülkesinin NATO ve ABD’ye son 10 yıldan bu yana süren yakınlaşma sürecini devam ettirmek ve Rusya’dan tedricen artan tehditlere karşılık verebilmek için F-35’i tercih etti. Üstelik sipariş etmiş olduğu uçak miktarı da göz kamaştırıcı. Marin’in siparişini anlamlandırmak için ülkede her bir milyon vatandaşa düşen savaş uçağı sayısına bakmakta fayda var. Zira 5,5 milyon nüfusa sahip olan Finlandiya’da her bir milyon nüfus başına 11.6 F-35 düşmüş oluyor. ABD aynı oranda F-35 sipariş etse envanterinde 3840 F-35 yer alması gerekir, Türkiye’nin ise 986. NATO üyesi Belçika bile sadece 34 adet F-35 sipariş etmişti. Nitekim Finlandiya’nın sipariş etmiş olduğu uçaklar daha ülkeye teslim edilmeden Rusya’ya karşı caydırıcı oldu. Finlandiya’nın Lockheed’den yapmış olduğu bu sipariş bile Moskova’nın tepkisine neden oldu. 36 yaşında genç bir başbakan deyip geçmeyin. Ummadık taş baş yarabilir.

Ayağının tozuyla Olaf Scholz

Fransız sağı adayına kavuştu

Fransa’nın siyasi yelpazesinin önemli bir parçasını oluşturan sağ Cumhuriyetçi Parti (LR) nihayet Cumhurbaşkanı adayına kavuştu. 3 ay süren ön seçim sürecinin ardından LR militanları Valérie Pecresse’in Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde partinin adayı olarak yer almasını büyük bir çoğunlukla benimsedi.

Halen Paris ve civarındaki il ve ilçeleri birleştiren ‘İle de France’ bölgesel konseyinin başkanı olan Pecresse’in adaylığının resmiyet kazanmasıyla birlikte ülkede siyasi dengeler biraz değişti. Zira aşırı sağ Ulusal Birlik Partisi lideri Marine Le Pen ile sağın sağında yer almaya çabalayan Eric Zemmour zemin kaybettiler.

Pecresse aday olarak seçilmeden önce kamuoyu araştırmaları Zemmour’u %14 seviyesinde, Le Pen’i de %23 seviyelerinde gösteriyorlardı. Pecresse’in sahaya inmesiyle birlikte Le Pen 15’e, Zemmour 13’e geriledi. Gerilemeye de devam edecekler. Pecresse ise anında 19-20 bandına ulaştı. Ancak yerini henüz sağlamlaştırmadı.

Pecresse aslında siyaseten merkez sağcıdır. Bir başka deyişle bildiğimiz sözlük tarifindeki Liberal Demokrattır. Nitekim LR’in yabancı düşmanlığına kaydığı bir dönemde partisinden istifa etmekten çekinmemişti. Ön seçim çalışmaları esnasında partisine geri dönüp mücadele etti ve parti üyelerini ikna ederek Cumhurbaşkanlığı adaylığı yarışını birincilikle bitirdi.

Macron karşısında kazanır mı bilinmez. Kesin bir şekilde konuşmak için çok erken. Ancak Macron’a ciddi bir rakip olduğu kesin. Pecresse’in adaylığından önce yapılan anketlerde Fransız seçmeninin %40’ının aşırı sağ yabancı düşmanı bir tercih içerisinde oldukları izlenimi vardı. Pecresse’in adaylığı ile Fransız sağı fabrika ayarlarına dönmüş oldu. NATO üyesi bir ülkede yabancı düşmanlığının %40’a ulaşması kaygı yaratırdı.