O yıllarda gök grilerin, dereler kızılların, yollar toroslarındı.
Cinayetler devletin yüksek menfaatleri gereği işlenir, ölenlerin geride kalanları da terörist diye çarpılanırdı.
O yıllarda birileri kardaki postal sesi, köyler ve ormanlar sadece birer kibritti, yakılması zaruri.
Tüm solcular faili meçhul, tüm failler ise işkence ve Uzi’ydi.
Lice’de dünyaya gelen herkes gibi, daha o yıllarda ismi not edildi Yusuf Ekinci’nin.
Ailesini Diyarbakır’da tanımayan yoktu. Ağabeyi Tarık Ziya Ekinci, 1965’te Türkiye İşçi Partisi’nden milletvekili seçildiğinde daha 23 yaşında bir çocuktu.
Diyarbakır Doğu Kültür Ocakları’nın kurucularındandı.
71 muhtırasından hemen sonra tutuklandı.
Beraat ettikten gözü artık hukuktaydı.
Yıllar geçti, Ekinci, artık ailesiyle Ankara’daydı.
Dönemin başbakanı, 1993’te, listedeki isimlerden hesap sorulacağını açıkladığında artık malum son yakındı.
23 Şubat 1994’te, Ekinci, bürosundan eşini aradı.
Eşyalarını topladı, bürosundan çıktı ve karanlığa karıştı.
Bir daha evine dönemeyecek, bir daha ailesiyle yemek yiyemeyecek, bir daha eşiyle telefonda konuşamayacaktı.
Ertesi gün Ankara’nın ücrasında, Gölbaşı-Haymana yolunda, ailenin korktuğu o iz bulundu.
İşkence izleri ile 12 çekirdeği mavi merminin izleri birbirine karışıyordu.
Yusuf Ekinci’nin o güzel yüzünde, son gördüğü yüzlerin huzursuzluğu.
Mavi çekirdekli mermi, Uzi marka silahların mermisiydi.
Ankara’da ve İstanbul’da aynı dönemde öldürülen Avukat Medet Serhat, Avukat Faik Candan, Namık Erdoğan, Mecit Baskın gibi isimlerin katili de Uzi’ydi.
Resim netti de savcılık değildi.
Ekinci’nin ailesi sorgulandı itinayla, ne de olsa hepsi Liceliydi.
Savcılığın bir şey yapmayacağı anlaşıldı.
O tarihe kadar evde çalışmayı seçen Ülkü Ekinci, avukatlık cüppesini dolaptan çıkardı.
Yıllar sonra ilk avukatlık dilekçesini yazarak, devlete karşı AİHM’de dava açtı.
Türkiye o davadan mahkum olduğunda, camın çerçevenin parasını almaya çok hevesli devlet için, elbette tazminatı katillerden rücu etmek çok uzaktaydı.
Geçen yıllar da yakın eyleyemedi hiçbir zaman o uzaklığı.
Bellek Platformu
Ekinci ailesinin hüzünlü ve acıklı tek şansı, bütün bir ülkenin şanssızlığıydı.
Uğur Mumcu, Hasan Ocak, Hrant Dink, Behçet Aysan, Musa Anter ve daha ne kadar tanıdık, ne kadar güzel, ne kadar iyi insanların katilleri de sokaklarda dolaşmaktaydı.
Unutulmasın diye bir araya geldi o aileler, kendilerine Toplumsal Bellek Platformu dediler.
25 Şubat 2011’de platform Ekinci’nin katillerinin bulunması için yeniden suç duyurusunda bulunmuştu ki, karanlığın içinden tanıdık bir ses geldi.
Ayhan Çarkın, ne biliyorsa anlattı ve ne gariptir önce kendisini tutuklandı.
3 ay bekleyen savcılık meşhur 6 özel harekâtçıyı tutukladı.
Faili meçhul dosyalar da birleşmişti ki birilerinin aklına geldi.
Bu kadar cinayeti anlatan adam mutlaka bir deliydi.
Hastanelere sevk edildi.
Tutuklananlar bırakıldı, sadece Çarkın kaldı.
O günden sonra dosya, 1.5 yıl, hiçbir şey yapılmadan bekletildi.
Gayet demokratik kararlarla özel yetkili mahkemeler kalktı, dosya spor suçlarına da bakan savcılığa devredildi.
Baktı ki olmuyor Çarkın, “Bir ben miyim deli” dedi ve ifadesini değiştirdi. Sonrasında bunu da geri aldıysa da herkes “İşte değiştirdi” diye sevindi.
Derken Abdülmecit Baskın, sonra diğerleri için yıllar sonra davalar açıldı.
Baskın duruşmasında yetmedi, “kahramanlar” ailelere hakaretler etti.
O da yetmedi, mahkeme bir kez daha Ayhan Çarkın’ı akli melekelerinin yerinde olup olmadığının belirlenmesi için Adli Tıp’a sevk etti.
Sanıklar ise duruşmalar dışında ifade verdi, sırtları sıvazlanıp gönderildi.
Faili meçhul dosyaların bir bölümü beklerken, diğerlerinin de mahkemesi değişti.
16 Mayıs’ta Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde faili meçhul davasının duruşması için gün verildi.
‘Kötü’ anneler
Ekinci öldürüldüğünde, ABD’deki büyük oğluna, “Kalp krizi geçirdi, dön” denilmişti ki uçaktaki gazetede “mafya avukatı” ilan edilen babasının öldüğünü öğreniverdi.
Büyük oğlunun elektrik mühendisi, kızının ekonomist, küçük oğlunun avukat olduğunu göremedi Ekinci.
Tıpkı, “hak yememeyi ve hakları savunmayı” çocuklarına öğrettikleri için çocukları öldürülen bütün “kötü anneler”in kaderi gibi.
Ekinci ailesinin annesi Ülkü Ekinci, bir yandan eşinin katillerini ararken, bir yandan evini yıllarca avukatlıkla geçindirdi.
Hak yememeyi öğretti, adaleti ve gelecek güzel günleri.
O günler için hâlâ mücadele ediyordu ki, bu topraklarda bizzat devletin neden olduğu bir hastalığa yenildi. Kanserdi, 30 Nisan gecesi, çok özlediği eşinin yanına gitti, kalbinde hüzün, gözünde bulut. Bütün iyi kalpli ve çocuklarını devlet kayıtlarına göre “kötü” yetiştirmiş anneler gibi.