Bütün bölgenin bildiği sanıklar, bütün bölgenin bildiği cinayetler, bütün bölgenin bildiği olaylar, bütün bölgenin bildiği kanıtlar. Her iki taraf da elbette biliyordu gerçeği.Şaşırtıcı olan zaten yargılamanın kendisiydi.
Yıllar geçse de üzerinden, bin yıl geçse de manasız yargılamalarla beraatler üzerine beraatler verilse de elinize sinmiş kan kokusu öyle aşırı milliyetçi rüzgârlarla geçmiyor.
Öldürdüğünüz kişiyle ilgili dosya tam kapanmışken bir dönem kolayca tehdit ettiğiniz oğlu-kızı çıkıp hesap soruyor. Bitti diyorsunuz, nereden çıktığını anlamadığınız bir kalabalık “adalet” diye bağırıyor. Onları kimselerin inanmadığı kararlarla bertaraf ettiğinizi sandığınızda torunları çıkıp, artık olmayan sizin itibarınızı sorguluyor.
Ne cüret.
Bazen aslında herkes, sussa da gerçeği bilir.
Bazen “hak etmiş teröristlerdir” susmasına neden, bazen “elini soğutmamaktır.”
Ama herkes bilir.
Ama bitmez bakın, öldürmekle de susmakla da bitmez.
İşte orada, Şili’de, Pinochet rejimi tarafından öldürüldüğü gayet bilinen ama “teröristler” denilerek ölümlerine sessiz kalınan insanların hesapları soruluyor eninde sonunda.
İşte daha dün insanlık tarihinin minnetle andığı Neruda.
Ve insanlık tarihinin hiç de kahraman diye anmadığı Pinochet diğer tarafta.
Zira ne adına ve hangi kutsallık nedeniyle yapılıyor olursa olsun, zulmün izleri silinmiyor madalyalarla.
***
1993-95 yılları arasında görev yaptığı Cizre’de kendi deyimiyle polisin görev alanındaki üç mahalleyi, “kendisine bağlayan” emekli Albay Cemal Temizöz’ün, korucubaşı ve nasıl oluyorsa o rütbeden sonra Belediye Başkanı Kamil Atağ’ın da yargılandığı 21 insanın öldürülmesine yönelik dava beraatle sonuçlandı.
Temizöz’e göre, Cizrespor’un maç yapacağı bir Cizre bırakmıştı.
Kenan Evren’in huzurlu Türkiye’si gibi.
Bir tarafta kuyulara atılan ölülerin ağıdını sessizce yakan, öldürülen babasıyla aynı aileden gözükmemek için soyadını değiştiren, sırf kayıp yakınını bulmak için aday olan Kamil Atağ’a giden ve “Aileniz oy verirse söylerim” yanıtını alınca açık açık, herkesin göreceği şekilde oy veren insanlar, bir tarafta var sanılan huzur.
Üstün hizmet.
***
Ali İsmail Korkmaz’ın davasının görülmesi için güvenli bulunmayan Eskişehir’e güvenlik nedeniyle nakledilen davanın son duruşmasında, orada içten içe ağlayan mağdurların gözlerine baka baka, alay eder gibi keyifle konuştu sanık Adem Yakın:
“Ben görevimi yaptım. Jitem’de çalışmadım. Jitem’in ne olduğunu bilmem. Ben bir tek Jötem’i bilirim. O da Fransızca seni seviyorum demektir. Jitem’de çalıştığımı iddia ediyorlar, bunu ispat etsinler.”
Aynı Adem Yakın, 2010’da ise, “Ben efsanevi bir adamım. Beni Genç Osman diye yetiştirdiler” diyordu.
“Jitem’i bilmem Jötem’i bilirim. Kanıtlasınlar.”
Biliyor musunuz, tüm sanıkların beraat ettiği o dosyada Jandarma Komutanlığı’nın bahçesinde çekilmiş beyaz Toros’un fotoğrafı bile var.
Başlangıçta her şeyi anlatan tanıkların tehdit edildiğini gösteren mektuplar.
Valilere, avukatlara, mağdurlara gönderilen tehdit içerikli notlar.
Ama savunması ne kolay.
“Bunlar Sorosçu. Biz görevimizi yaptık. Bölge huzura kavuştu. AB’den büyük Türkiye var. Avukatlar PKK’lı...”
Bilindik, tanıdık ve hep işe yarayan ezber cümleler.
ABC’den başlayalım.
Kural 1:
Devlet, anayasa ve yasalarda belirlenen sınırın dışına çıkıp insan öldüremez.
Kural 2:
“Ama örgüt de yapıyor” bir savunma değildir.
Ama bunlar yapılır.
İnsanlar öldürülür, öldürenler korunur, adaletten söz edilebilecek zamana kadar elleri soğutmamak hatırına yüzleşme durdurulur.
***
Temizöz ve diğer sanıklar son duruşmada kendilerinden elbette emindi.
Cemaat künyeli davaların açıldığı dönemde açılan davanın sanıkları olarak, iklim elbette lehlerindeydi.
Ama bu davada biliyor musunuz ne dijital deliller vardı ne sonradan eklenen notlar ne alakasız biçimde dosyaya eklenmiş sanıklar ne telefon dinlemeleri ne delil uydurma iddiaları.
Bütün bölgenin bildiği sanıklar, bütün bölgenin bildiği cinayetler, bütün bölgenin bildiği olaylar, bütün bölgenin bildiği kanıtlar.
Her iki taraf da elbette biliyordu gerçeği.
Şaşırtıcı olan zaten yargılamanın kendisiydi.
***
“Yahya ile Aziz sigara satarken yakalanmışlardı. Gözaltına alınmışlar. Yaşları küçük, bırakırlar dedik. Yahya 17, Aziz 13 yaşındaydı. Kuzenlerdi. Bırakılmayınca ikisi de endişelendik. Jitem aldı dediler. Ertesi gün savcılığa dilekçe verdik. Holan tarafındaki köylüler geldi. Bize Holan tarafında arayın dedi. Gittik, taşların altında dört cesedin olduğunu gördük. Oğlum Yahya’nın yüzük parmağı yarısına kadar kesikti. Yüzüğü de yoktu. O günden bu yana soruşturma yapılmadı.”
Son duruşmada o yüzüğü için kesilen parmaktan dolayı, bin bir gecedir uyuyamadığını anlattı bir anne.
Elbette uzun yıllar olmadığı varsayılan yasak bir dille.
İşe yaramadı.
Zira, ışığı kaybolmamış madalyaların parlaklığı hâlâ gözleri kamaştırıyordu geride.