O fotoğrafı hepiniz biliyorsunuz.
9 Ekim 2015 akşamı, Malatya’dan Ankara Garı’na giden otobüsün içerisinde çekilmiş, yüzleri gülen, umut içerisinde, neşeli, aydınlık çocukların fotoğrafı.
Öleceklerini, önceden istihbaratı alınmış bir saldırının kurbanı olacaklarını bir an için akıllarından geçirmeyen, Suruç’ta ölen gençlere gözyaşı dökmüş, yolda süt parası isteyen kadına ceplerinde para olmadığından veremedikleri için gözyaşı dökmüş, ailelerinden aldığı üç kuruş harçlık yardım ettikleri yoksullara deva olmadığından gözyaşı dökmüş, birinin tırnağı taşa değdiği için gözyaşı dökmüş çocukların fotoğrafı.
O akşam, o otobüsteki çocuklar, önce yanlarında getirdikleri şekerleri bütün yolculara dağıttı.
Sonra şarkılar söyledi.
Sonra otobüsün içerisinde oyunlar oynadı.
Sonra birkaçı incecik koridorda halay çekmeye çalıştı.
Uykusuz kalmış gözlerinin içi gülerken indiler Ankara’ya.
Aynı dakikalarda, gözlerinin içi hiç gülmemiş, sevmek ve sevilmekten fersah fersah uzak iki canlı bomba da taksiyle geliyordu Gar Meydanı’na.
Otobüsten indiler, Gar Meydanı’na neşe içinde girdiler, hazırlıksızdılar o derin uykulara.
***
Başlangıçta 37 kişi, Ankara’daki Barış Mitingi’ne gideceğini bildirmişti Malatya CHP Gençlik Kolları’na.
Listeden 10 kişi geleceğini teyit etti, listede olmayan 7 kişi, son dakikada gelmeye karar verdi.
1 Kasım seçiminin çalışmaları nedeniyle büyük bölümü istemese de Malatya’da kalmıştı.
Gidemeyenlerin aklı Ankara’daydı.
“Ne eğleniyorlardır şimdi.”
Eğleniyorlardı.
Sonra, Ankara’da sonbaharın en güzel zamanı, kana bulandı sarı bir çınar yaprağı.
Gar Meydanı’nda can verenler arasında Malatya CHP Gençlik Kolları’ndan 12 isim vardı.
Eren Akın, Mehmet Hayta, Gözde Aslan, Gülbahar Aydeniz, Sezen Vurmaz, Kasım Otur Malatya Şehir Mezarlığı’nda, Umut Tan ve Onur Tan Dilek Mahallesi’nde, Canberk Bakış Mamurek Mahallesi’nde, Mehmet Ali Kılıç, Ata Önder Atabay Hekimhan’da, Seyhan Yaylagül Akçadağ’da toprağa verildi.
***
Yaşamı Malatya’da, parti teşkilatı içerisinde geçen CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba, Suruç saldırısından sonra Adıyaman’a gitmiş, buradaki IŞİD hücrelerini araştırmıştı.
Şöyle diyordu Diyarbakır’da HDP mitingine bombalı saldırıyı düzenleyen Orhan Gönder’in babası:
“8 ay boyunca sınırlara gittik. Valiye, kaymakama fotoğraflarını verdik. 10 kez savcılığa kayıp ilanı verdik. Başbakan’la görüştük. Başbakan, ‘senin oğlun için MİT’e talimat verdim’ dedi. Urfa Akçakale Emniyeti’ne gidip iki tip resmini verdim. Akçakale’den geldikten 1 ay sonra, 6 Haziran’da oğlumu Diyarbakır bombacısı diye yakalamışlar.”
Ağbaba ve CHP’liler, o gün çocukları IŞİD’e katılmış birkaç aileyle daha görüştü, rapor hazırladı.
Örgüte katılanlar isim isim belliydi.
O isimlerden biri Suruç’ta ortaya çıktı.
Biri Ankara Garı’nda.
Biri İstanbul’da ortaya çıktı.
Diğerlerinin bir bölümü Gaziantep’te yakalanacakken kendini patlattı.
***
10 Ekim’de Ağbaba, seçim çalışması yaparken Gar saldırısı haberini aldı, şöyle anlatıyor yaşadıklarını:
“17 kişi gitmiş bizden. Facebook’tan, yolda giderken çektikleri resimlere bakarak elimizdeki listeyi tespit ettik. Hafızalarda yer eden meşhur fotoğrafı gördük... Ankara’ya yola çıktık... Önce, Eren, Mehmet, Mehmet Ali’nin ölüm haberi geldi. Kızdım, ‘nereden biliyorsunuz’ dedim... Ankara’ya çok yakın bir yerde vefat ettiklerini kesin olarak öğrendik, ağladım... Mehmet Hayta’nın benim taklidimi yaptığı bir ses kaydını hatırladım. Bana da dinletmişlerdi, çok gülmüştüm... Adli Tıp’ın önü mahşeri bir kalabalıktı. Partimizin avukatlarından Ömer Koçar’ın çabasını unutmak mümkün değil. Onun da yeğeni daha sonra Merasim Sokak’taki canlı bomba eyleminde hayatını kaybetti... ‘Canberk Bakış’ın yakını’ diye bir anons yapıldı. Aklıma babası Abdullah Bakış geldi. Yoldaydı, sık sık arıyordu. O’na, ‘Abdullah gelme, sana haber vereceğim’ dedim. ‘Canberk’in zaten bir şeyi yokmuş, birinin yanında refakatçiymiş’ dedi. Birkaç kez daha arayınca yanındaki dayısının oğlunu telefona isteyip, ona söyledim. İbrahim Çakır aradı, ‘Başkanım Gözde’yi bulduk’ dedi. ‘Nasılmış’ dedim. ‘Maalesef, kolundaki dövmeden teşhis ettik’ dedi. Beraber geldiği kardeşi Özge’yle konuştum. ‘Ablam iyi, sadece yüzünde yara var, ambulansa bindirdiler’ dedi. Hastaneye gittim. Anne ve babasının yanına oturdum. Ben de ağladım... O geceden hiç unutmadığım şey çığlıklar, çığlıklardı. Ne yazık ki onlara da bir aşamadan sonra alışıyor insan. Onur ve Umut Tan’ın ailelerinin sabaha kadar ağlayışları gözümün önünden gitmiyor. Ailece birbirlerine sarılıp ağlıyorlardı. Amca çocuklarıydı. Birbirinden yakışıklı, boylu poslu gençlerdi. Bu çocukların hiçbiri karınca dahi incitmemişlerdi. Şu an bile bu gençlerle ilgili farklı algı yaratmak isteyenlerden iğreniyorum...”
***
Ağbaba, gazeteci Bülent Kutlutürk’le birlikte kaleme aldığı, “Bizim Çocuklar-Malatya’nın Barış Güvercinleri” kitabında anlatıyor, 10 Ekim gecesinin hikâyesini.
Adıyaman’daki mahalleden çıkıp, Türkiye’yi kana bulayan teröristlerin nasıl bulunmadıklarını, o hücrelerin nerelere yayıldığını, güneş gibi gülen çocukların hikâyelerini, nasıl veda ettiklerini anlatıyor kitap.
“Baba ben de gideyim mi?” belgeseliyle birlikte satılan kitabın bütün geliri o çocukların ailelerine gidecek.
“Kulaklarımdan ağıtlar gitmiyor” diyor Ağbaba kitapta.
O ağıtlar ki ne zamandır yurt etmiş kulakları, gitmemek bir yana.